siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Aralık 2021 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN DEMOKRASİ TARİHİ VE MÜCADELESİ - 3

 Ve dostlarım, geldik son bölüme. Milletimizin demokrasi mücadelesini anlattığımız yazımızın 3. bölümüne. Daha önce Osmanlıdan cumhuriyete ve  Türkiye'mizin 1923'ten 1980 yılına kadar olan bölümüne bir bakış attık. Şimdi ise 1980'den günümüze kadar olan sürece bakacağız. Konuyu daha iyi anlamanız için Diğer iki bölümü aşağıya bırakıyorum👇

Osmanlıdan cumhuriyete : https://sallagitsinb.blogspot.com/2021/11/turkiyenin-demokrasi-tarihi-ve.html


 Türkiye'mizin 1923'ten 1980 yılına :https://sallagitsinb.blogspot.com/2021/12/turkiyenin-demokrasi-tarihi-ve.html


12 eylül 1980 de zaten ağır aksak ilerleyen demokrasimize bir darbe daha vuruldu. Ordu Yönetime el koydu. Tabi bu arada darbenin lideri Kenan Evren cumhurbaşkanı olmuş, eski liderleri yasaklamış, 1982 yılında anayasa için referandum yaptırmış ve halk %91 oyla evet demişti. Bu halkın darbecilere DEFOL deme şekliydi.

 3 yıl ülkeyi yönetmeye çalışan bu darbeci kafa baktı ülkede her alanda bir tıkanma var, demokrasinin iplerini gevşetmeye başladı. 1983 yılında seçimlerde asker olmayan tek aday aynı zamanda Demirel'e yakınlığı ile bilinen Turgut Özal Kazandı. 1983'te artık toplumsal olarak, psikolojik olarak farklı bir Türkiye vardı. Dünyada hızla değişiyordu. Özal, her anlamda dünya'ya açılıyoruz sloganı ile ülkemize liderlik yaptı. 1987 yılına kadar geçen bu 4 yıllık dönemde dişe dokunur bir partide ortaya çıkmamıştı. Eski siyasilerin yasağı kalksın gibi istekler de yavaştan ortaya çıkmaya başlayınca, Özal dedi ki 'Ulan biz demokrasi demokrasi deyip duruyoruz hem demokrasi adına hem de korktuğumuz düşünülmesin diye kaldıralım'. Özal , İstemeye istemeye istediği😊 bu durumu mecliste çözmek yerine, referanduma götürdü. Halk, adama bak be, ne demokratik adam, eski siyasetçilerin yasağını kaldırıyor. kendi rakiplerinin önünü açıyor derken. Özal'ın partisi ANAP yasaklar kalkmasın diye meydanlarda oy istedi😊.

Eski siyasiler meydanlara dönüp, demokrasinin çarkları işlemeye başlayınca Özal'ın partisi de zaten erimeye başladı.

Türkiye, 1991 seçimlerine doğru giderken ekonomik, siyasi, toplumsal bir çok sorun ile uğraşıyordu fakat dönemin Türkiye'sinde  demokratik unsurlar iyi manda işler halde idi. TRT hariç tabi ki, biliyorsunuz iktidar kimde TRT onda. 1991 seçimlerini Süleyman Demirel'in partisi DYP'nin kazanması, darbe ile indirilen Demirel'in demokrasi sayesinde tekrar o koltuğa gelmesi, demokrasi adına büyük bir kazanımdı. Ki kendisi seçimi kazanmadan önce tüm liderlerin katıldığı açık oturumda, şöyle efsane bir konuşma yapmıştı. Dinleyelim👇



1971'de muhtıra, 1980'de darbe ile görevden el çektirilen Demirel, 1991 yılında başbakan oldu. 1993 yılında ise Turgut Özal'ın vefatıyla  'Gelin Demokrasinin Bayrağını Çankaya'ya çıkaralım' dedi ve cumhurbaşkanı oldu. Ne kadar güzel değil mi? darbe ile baskı ile indirilen bir adamın elinden halk tutuyor ve onu getirip cumhurbaşkanı yapıyor. Ver Mustafa Uslu'ya film yapsın.😊 öyle bir şey yani.

Bi Dinleyin. Yine Konuşalım👇


Gelin görün ki 1997 yılında Refay-Yol hükumeti kuruluyor. Erbakan başbakan, Tansu çiller yardımcısı. Tabi asker cumhuriyetin ve demokrasinin bekçisi ya ,  irtica geliyor devlet elden gidiyor diyor, daha da utanmadan gelip bu durumu terörün önüne koyarak kulis yapıyor. Sokaklarda tankları yürütüp 'Demokrasiye balans ayarı yaptık' diyor.  Bu kargaşa orta mı son bulsun diye Erbakan istifa edip görevin Çillere verilmesini ve böylece yeni bir dönem başlamasını istiyor. Bu talep sonucunda,  demokrasinin bayrağını Çankaya'ya  çıkaran👀 Süleyman Demirel, başbakanlık görevini 3. parti konumundaki Mesut Yılmaz'a veriyor. 

Burada bu yanlış veya doğru tartışmasına girmiyicem, bu zaten başlı başına ayrı bir yazının konusu ama demokrasi açısından saçmalığın daniskasıdır. Demokrasi nutukları atan Demirel'de sınıfta kalmıştır. Bu görevi kabul eden; Mesut yılmaz, Bülent Ecevit... de demokratik bir duruş sergilememiş.

 Daha da acı olan ne biliyor musunuz? kadınlar başı kapalı diye üniversiteye gidemedi. Evladı asker olamadı.  Devlette memur olamadı. Kendi ülkende böyle bir ayrıcalık görüyorsun. Bu nasıl demokrasi. Bu nasıl kadın hakları. Bu nasıl laiklik.  Ulan lafa gelince; biz kadınlara seçme ve  seçilme hakkını Avrupa'dan önce verdik diyorlar. Demokrasi he. Al da başına çal.

Ekonomi berbat, siyasi ortam berbat, Erbakan'ı indirmişler, demokrasiye balans ayarı yapmışlar, toplama bir iktidar ile ülke yönetmeye çalışılıyor. Müslüman bir ülkede türban sorunu tartışılıyor. Erbakan'ın partisi kapatılıyor, kendisi siyasetten men ediliyor. Hepsi ne demokratik dimi?  Bu olaylar milli görüş ideolojisinin yelkenlerini dolduruyor. Halk kurtarıcı arıyor.

Ecevit'in Şu konuşmasını dinleyelim.👇

Ah be kara neyse işte  ne kadar demokratik dimi?


Anlattığımız ve izlediğiniz olayların sonunda bir de 2001'de büyük bir kriz olunca. Erken seçim kararı alınıyor. Demokrasiyi hiçe sayanlar, devletin sahibi olduğunu düşünen ordu, beceriksiz siyasiler ve  hortumcular el ele verip ülkeyi batırınca halk kurtarıcı aradı. Buldu da.




2002'den bu zamana kadar süren AKP dönemi böyle bir ortamda başladı.

Demokrasiye balans ayarı yapanlara, halk balans ayarı verdi. halkın değerlerine saygı göstermeyen siyasetçileri halk gömdü geçti. Durun durun hemen sevinmeyin ülkeye demokrasi geldi diye? 😉

'Tek bir liderin etrafında değil, ortak aklın etrafında birleşelim, Demokrasiyi gerçek anlamda işler kılalım, Basın özgürlüğünü sağlayalım ve genişletelim diyen Erdoğan'. Ne mi yaptı? Tam tersini. Bravo uzun adam.

Durun daha bitmedi, Tayyip Erdoğan kendinden önce ki Ecevit'i solladı demokratiklikte.  Mesela seçilmiş belediye başkanlarını zorla istifa ettirdi, Başbakanları atama yolu ile getirdi,  partideki tüm yetkin ve etkili adamları parti dışına itti, Partideki ve ülkede tek karar verici oldu. saysam anti demokrasi adına sabaha kadar sürer.  

Bizim ülkemizde demokrasi yani gerçek demokrasi neden yok diye sormak yanlış. Çünkü her gelen kendi borusunu öttürme peşinde ve yukarıda saydığım adamların kendileri demokratik değil ve demokrasiye inanmıyor ki.

Bırakın ülkeyi yönetenleri. Kemal Kılıçdaroğlu kaç yıldır CHP'nin başında, Devlet bahçeli kaç yıldır MHP'nin başında , Haydar baş kaç yıl parti lideri oldu, Doğu Perinçek kaç yıldır partisinin başında,  Türkeş ölene kadar parti lideri idi, 

Mustafa Kemal ölene kadar cumhurbaşkanı idi . İsmet İnönü 40 yıl CHP başkanlığını yaptı. Necmettin Erbakan yürüyemiyordu gelip partiyi Numan Kurtulmuş'un elinden aldı. Çünkü başka adam yok ve bunlar olmasa davayı kim ileri taşıyacak.💪

Demokrasi dedik, şunu dedik bunu dedik velhasıl kelam nasıl yönetileceğimize biz halk olarak karar veririz. Biz lider kültü oluşturmuş bir toplumuz ve yine bunun altında eziliyoruz. Padişahım çok yaşa. Önce bunu yıkmak lazım.  Kimse bir liderle var olmaz da yok olmaz da. Dava ne olursa olsun bir kişinin omuzunda yükselmez bir kişinin omuzunda yükselen şey dava değildir. O ancak Şey dir.


Herkesin konuşabildiği, Her fikre açık olunduğu sürece bir ivme alırız. Tüm bunları değerleri koruyarak yapmak. İşte aslolan budur.


Dostlarım, Ülkemiz de demokrasiyi, gelişimini  liderler üzerinden en objektif şekilde anlatmaya çalıştık kusurumuz varsa affola.



6 Aralık 2021 Pazartesi

TÜRKİYE'NİN DEMOKRASİ TARİHİ VE MÜCADELESİ - 2

Bir önceki bölümde sizlere Türkiye'mizin doğumundan önce ki demokratik ve özgürlükçü hareketleri anlattım.

O yazıyı buradan okuyabilirsiniz: https://sallagitsinb.blogspot.com/2021/11/turkiyenin-demokrasi-tarihi-ve.html 

Bugün ise ülkemizin demokrasi mücadelesine odaklanacağız. Bundan önce şu farkı iyi anlamak lazım cumhuriyet ile demokrasi aynı şey mi ? açıkliyim.

Saltanat babadan oğula geçen kan bağı ile ilerleyen bir sistem olduğu için cumhuriyet, saltanat  karşıtı olarak ortaya çıkmış bir sistemdir. Cumhuriyet sisteminde önemli mesele iktidara nasıl geldiğinizden çok kan bağı ile devretmeyen bir oluşum oluşturmaktır. Bakın,  Irak Saddam döneminde cumhuriyetti. Açın Roma tarihine bakın cumhuriyet dönemi görürsünüz. Bu onları demokratik yapar mı?

Demokrasi neydi? Bizzat halkın kendi vekilini, yöneticisini seçmesi bu yolla kendini yönetir hale gelmesi idi.

Şimdi 29 ekim 1923 de cumhuriyet ilan edildi. Tamam güzel de demokrasi fikri yerleşti mi.

Mustafa Kemal ve ekibi, cumhuriyeti ilan ettiler. Mantıken saltanat ve padişah karşıtı olmaları ile başlayan cumhuriyet dönemimiz M. Kemal zamanında tüm demokratik unsurlardan uzaktı.

Devrim adı altında yapılan hangi hareket halkın onayına sunulmuş. Harf değişikliğine karar verilmişte sadece İstanbul'da bile 3 vatandaşın fikri sorulmuş mudur. Tabi ki demokrasi öyle ha deyince  olacak bir şey değil veya devrim yapıyorsunuz adı her neyse bunu halka rağmen halk için yapmak, demokratik mi?

 Şapka kanununa bakın, harf değişikliğine bakın, kılık kıyafet yönetmeliğine bakın.

Laiklik ilkesi teoride olumlu bir şey iken nasıl uygulanmış ona bakın. Nasıl mı  Uygulanmış Besim Tibuk anlatsın.


1923 yılından 1930 yılına kadar geçen sürede modernleşme adı altında batı taklidi yapıldı.  Komedi gibi lakin bazı işlek caddelere kılık kıyafete göre girebiliyordunuz. Demokratik tek bir şey yok. Şekilcilik. Diyeceksiniz ki kadınlara seçme seçilme hakkı verildi😊 kime oy vermişler😊 tek parti var zaten.

1930 yılına gelindiğinde dış ve iç muhalefete bir de ekonomik bunalım eklenince: Bu nasıl cumhuriyet?  sorusuna M. Kemal, çok partili hayata geçelim önerisi ile cevap verdi.  Tamam da abi zaten Osmanlı da çok partili sistem vardı bu onu demokratik mi yapıyordu? M. Kemal arkadaşı Fethi Okyar'a parti kur diyor. O parti kuruyor. Serbest Cumhuriyet Fırkası diye.

Ne mi Oluyor sonra?

 Parti kuruluşundan 1 ay bile geçmeden hangi ilde miting yapsa büyük kalabalıklar akıp geliyor. CHP ve M. Kemal karşıtı sloganlar atılıyor.  İlgi o kadar yüksek oluyor ki partinin ömrü 4 ay oluyor😊. Çünkü amaç demokrasi değildi ki. Dış dünyaya, bakın bizde de demokratik faaliyetler işliyor demekti. Küçük alternatif bir parti aranırken muhalefetin şiddeti görüldü. Fethi! kapat la partiyi😀

Serbest Cumhuriyet Fırkası Miting (İzmir)

Serbest Cumhuriyet fırkası üyeleri


Şimdi cumhuriyet dediysek işte böyle cumhuriyet. Parti neden kapatılıyor dersiniz ? Saltanat ve şeriat isteyenlerin yuvası olmuş, bir diğer argümanda komünizm etkisinde gruplar parti içine girmeye başlamış falan.

4 aylık bir parti hiç propaganda yapmadan sadece şehir şehir geziyor. insanlar şapkalarını yere atıp eziyor.  CHP ve M. Kemal karşıtı sloganlar atıyor. Laiklik aleyhinde konuşuyor. Demokratik bir ülkede ilk olay partiyi feshedelim midir? yoksa neden böyle bir durum ortaya çıktı bunu mu araştırmaktır. Sen zorla şapka giy dersen, sen laikliği din karşıtlığı olarak kullanırsan, cumhuriyet deyip tek bir parti ile tüm ülkeyi kol altına alırsan. Senin söylediğin demokrasi şarkısı kulağı tırmalar, haz vermez.

Size bir örnek vereyim: Adnan Menderes 1931 yılında milletvekili seçildi. Olay seçimle gerçekleşmedi. Mustafa Kemal Aydın gezisi sırasında CHP il binasını ziyaret etti menderes ile tanıştı. Onu başarılı buldu. Adnan menderes milletvekili seçildiğini radyodan öğrendi. Mustafa Kemal İstedi o da oldu. Bu kadar. 1931 yılında halk hala kendi temsilcisini seçmiyordu. Mustafa Kemal'in seçtiği milletvekilleri de onu cumhurbaşkanı seçiyordu.

Ha şunu da belirtmek isterim kimse bu yıllarda gerçek veya tam manasıyla işleyen bir demokrasi aramamalı. Cumhuriyet, demokrasi gibi kavramlara karşı  yöneticiler  bile acemi. Ben burada, baskıyı yıktık, krallığı yıktık diye marşlar söyleyip cumhuriyet ve demokrasi bayrağı altında zorba olmanın ne manası var diye soruyorum.


M. Kemalin baskın liderliğinde 1938 yılına gelen  ülkemiz bu tarihten sonra İsmet İnönü liderliğinde yeni bir dönemi girdi.  1939 yılında dünyada patlak veren savaş 1945 yılında sona erince galip gelen devletler bu savaşın asli sebebi olarak demokratikleşmeyen tek adamların kurduğu dikta rejimlere karşı tavır aldı. Eee tabi bizde milli şef  7 yıldır tek adam, batılı devletler baskı yapıyor. İnönü: He la he bizde demokrasiye geçiyoz. dedi. 1946 yılında seçim yapıldı güya. halk oyunu açık kullandı ama sayım gizli oldu. Ne kadar demokratik dimi😊

Osmanlı yönetimini hatırlayın. Tüm demokratik adımları batı baskısıyla veya siyasi çıkarlar amacı ile atıyor. Batı güdümünde bir demokrasi ilerliyordu. 1946 yılında da aynı şeyler.

İsmet İnönü'nün yaptığı 46 seçimleri hileliydi. 1960 yılında darbe karşı tutumu antidemokratikti. 1971 muhtırasın da darbeden yana bir tutum sergiledi ve bu tutumundan dolayı parti içinde Ecevit'in önderliğinde birleşen partililer İnönü'yü siyasi sahneden sildi.


1950 yılında ilk demokratik seçimler yapılınca CHP seçimi kaybetti. Artık iktidar Demokrat partiye geçmişti ve tek parti dikta dönemi sona ermişti. Durun hemen sevinmeyin ilk demokratik seçimler oldu diye ülkeye demokrasi geldi diye düşünmeyin asıl sınav şimdi başlıyor. Toplumu1923'ten 1950 yılına kadar sosyolojik anlamda  biri incelese şunu görecektir; ilk adil ve demokratik seçim ne zaman yapılsa CHP o zaman kaybedecekti .1950 yılına nasip oldu.😅 Bu demokrat partinin başarısı değildi.


Tabi 1950 yılında demokratik yollarla ülke yönetimine gelen demokrat parti çok mu demokratikti. Güldürmeyin beni.😊 

Daha en baştan tüm 50'li yıllar boyunca Celal Bayar cumhurbaşkanı oldu. tek aday ya da formalite olsun diye karşısına yine kendilerinden bir aday çıktı. Doğal lider ya:) hep cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. Ülkede adam mı var, Bayar ne yapsın dimi.

Gelelim dönemin basın sansürüne; eleştiri bile kapatma için bahane, Gelelim Mustafa Kemal'i koruma kanununa ki dünyada kanun ile korunan bir kişi olabilir mi? insan hak ve hürriyetlerine karşı bir hareket. Gelelim kendilerine oy vermeyen ili ilçe veya oy veren ilçeyi il yapma gibi antidemokratik eylemlere. Kırşehir oy vermedi diye ilçe yapılmış:)

Yani anlayacağınız demokratik yollarla iktidara gelenler bile demokrasi nedir bilmiyorlar. Dönemin başbakanı Adnan Menderes, size yukarda anlattım kendisi meclise seçimle girmemiş. Mustafa Kemal adını yazmış:)

Asıl soru ne biliyor musunuz dayılar, tüm bu eylemlere rağmen demokrat parti girdiği her seçimi kazanmış. İşte CHP öyle bir yönetmiş ki ülkeyi DP, Türk toplumuna özgürlükçü geliyor. Ne kadar üzücü.

27 mayıs 1960 yılında darbe oldu, Demokrat parti iktidardan uzaklaştırıldı da neden? neden? Anti demokratik eylemlerden dolayı mı? hahhhhha. Size anlattık bu ülkede o tarihe kadar hiç demokrasi yoktu ki veya darbe demokratik mi?  Neden şimdi oldu?   Demek ki  mevzu demokrasi değil.

Ülke Amerikan eksenine kaydı da o yüzden mi oldu? IMF' den ilk borcu darbeciler aldı. Eee darbe neden oldu abi o zaman? 



İroni şurada : 'Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri kanunun teminatı altındadır.' diyor darbe bildirisinde  darbeciler. Bildiriyi Okuyan Alparslan Türkeş. İşte Türkeş'in  böyle başlıyor siyasi kariyeri. Başbakan ve bakanlar asıldı. Teslim olun asalım demek istiyorlarmış.  Burada Türkeş için bir parantez açayım çünkü kendisi idamlara karşıymış. Bu Türkeş'i aklar mı . Tabi ki hayır.

Darbe ülkeye yapılan bir alçaklıktır. Darbeci demek alçak ve kansız adam demektir.

Gelelim neden darbe yaptılar konusuna, Menderes, Rusya ziyareti ile kredi arıyordu bu durum Amerika için tehlikeliydi, Menderes halk istekleri doğrultusunda bazı inkılapları esnetiyordu. CHP iktidara gelemiyordu vs sayarım böyle sırf çıkar uğruna iç ve dış darbe sebebi. Bu Menderes'i demokrasi şehidi yapmaz, değildir de zaten Fakat darbecileri alçak yapar.

Komik bir olay daha var. 1961 de seçim oluyor yine en çok oyu demokrat partinin devamı olduğunu iddia eden partiler almış ve tüm partiler bir araya gelmiş darbeci Cemal Gürsel'i cumhurbaşkanı seçeceğini bildiren bir protokol imzalamış. En çokta İsmet İnönü beni şaşırtıyor güya milli mücadele kahramanı ve düştüğü durumlara bak ama adam ne yapsın CHP koltuğunda olmalı.

Hadi bunu dinleyin 👇

  


Ya arkadaşlar, bize dönüp  cumhuriyet ve demokrasi getirdik diyen adamlar bunlar. Hadi Osmanlı bir krallıktı ve çok ulusluydu, demokrasi ve cumhuriyet fikri önünde direndi .Bu adamlar neyin kafasını yaşamış. Cumhuriyet ilan ettik deyip ülkeyi 1923'ten 1960 yılına kadar tüm bu adamlar nasıl idare etmiş. Hiçbiri demokrasi nedir bilmiyor. Bu darbeye kadar aslında çok kızmıyorum. Çünkü demokrasi öyle ha deyince olacak bir şey değil belli bir zaman belli bir donanım ve tecrübe ister. Hadi buna neyse diyelim.

Şimdi 1960'dan sonra her geçen gün demokrasinin içine nasıl edildiğini okuyacaksınız. 

1965 yılının seçimlerine demokrat partinin devamıyım diyerek giren  Süleyman Demirel'in Adalet Partisi kazanınca darbenin halk nezdinde itibarsızlığı ve halk partisinin hiç bir ehemmiyeti olmadığı  ortaya çıktı. Yine aynı soru peki,  ne oldu? ülkede ki tüm kalkınma adımlarına rağmen 1971'de ülkede bunalım var diye ordu muhtıra verip Süleyman Demirel'i istifaya zorladı. Sonrası hep bunalım hep koalisyon.

İnönü 71 muhtırasın da darbeden yana bir tutum sergiledi ve bu tutumundan dolayı parti içinde Ecevit'in önderliğinde birleşen partililer İnönü'yü siyasi sahneden sildi.

İsmet İnönü'nü 1971 muhtırası açıklamasını dinleyelim👇


1973 yılında bu muhtıracı tipler mecburen demokrasinin iplerini gevşetince ilk demokratik seçimler yapıldı. Darbe karşıtı tavrı ve tutumu Bülent Ecevit'in CHP'sini birinci parti yaptı 1974'te Kıbrıs Barış harekatı Ecevit'in yelkenlerini doldurunca 1977 seçimlerinde yine birinci parti olarak çıktılar ama tek başına iktidar olamadılar. Ne mi yaptılar? Güneş Motel'de  Süleyman Demirel'in partisinden seçilen milletvekillerine bakanlık sözü  vererek  anlaştılar, adamlar CHP'ye geçti. Amaç tek başına iktidar olmaktı. Seçime Adalet partisinden girip CHP geçiyorsun bu ayrı bir rezillik, ya tek başına iktidar olmak için başka partinin milletvekilleriyle pazarlık yapmak nedir. Bunun neresi demokrasi. O da ayrı bir rezillik.

Bizim ülkemizde demokrasi tecrübesi ve gerçek demokrasi hala oturmadı ama Osmanlıdan miras kalan, 27 mayıs ile uyanan darbe tecrübemiz hep ayakta kaldı. 12 eylül 1980 'de 'Bozulan devlet İdaresini tesis etmek içün ordu yönetime el koydu' dendi. Yine darbe geldi. Demokrasi bir tokat daha yedi.

Burada sizi rahat bırakayım müptezeller😆. 

3. Bölüm de devam edelim: https://sallagitsinb.blogspot.com/2021/12/turkiyenin-demokrasi-tarihi-ve_15.html


23 Kasım 2021 Salı

TÜRKİYE'NİN DEMOKRASİ TARİHİ VE MÜCADELESİ

Ülkemizde demokrasi nasıl bir durumda, ne merhalelerden geçmiş bir görelim aynı  zamanda doğru bir şekilde masaya yatırıp irdeleyelim.

Hadi bakalım😄 


Öncelikle demokrasi nedir diye sorduğumuzda, siyasal denetimin halkın kendi seçtiği temsilcilerde bulunmasıdır. Bunu söylerken bu tek başına bir kriter değildir. Adil seçimler, bir çok partinin olması vs. bunlarda diğer kriterlerdir. Yani demokrasi var demekle demokrasi var olmaz, tüm yönleri ile işlemeli ki demokrasi olsun.


Türkiye'mizin demokrasi yolculuğunu daha iyi anlayabilmek için, derine inmek ülkemizin doğumundan önceye gitmek gerekir.

Gidelim👇


1789 yılında Fransız ihtilali gerçekleşti. Bu olay ile beraber ulus bilinci dediğimiz kavram şekillenirken farklı ulusları içinde barındıran dönemin çok uluslu devletlerini ister istemez etkiledi daha doğrusu zarar verdi. Osmanlı devleti de  çok uluslu yapısından dolayı bundan yara aldı.

Fransız İhtilalinden 15 yıl sonra Sırplar ilk milliyetçi isyanı başlattılar. O günün şartlarına göre çok kısa bir süre çünkü medya yok, iletişim araçları yok ve fikir 15 sene gibi bir sürede Sırp milletini etkiliyor. Nedir bu: Bağımsız bir devlet olmak. Milli bir devlet olmak.


1832 yılına geldiğimizde ise Yunanlılar Osmanlıdan kopup devlet oluyorlar. Osmanlı devleti kendi gücünü aynı zamanda dönemin atmosferini görünce bir noktada arayışa giriyor. Fransız devrimi olmuş, halk krala karşı bir refleks göstermiş  bundan da daha tehlikeli bir şey olmuş. 'Her millet kendi bağımsızlığını elde etmeli ve her millet kendini yönetmeli' fikri doğmuş.


Yunanlılar ayrılıp devlet olunca, Osmanlılar dağılmanın kökenini gayrimüslim milliyetçilikte gördü ve 7 yıl sonra Tanzimat Fermanı ile sistemi hiç sorgulamadan tüm halkı hukuken eşit şekilde kucaklama, devleti gayrimüslim milletlere yaklaştırma politikası güttü. Yetti mi? Tabi ki hayır. 

Ha zaten Osmanlı istese dahi o şartlar ve gelişen olaylar içerisinde daha ileri gidemezdi. Ama ne oldu. Milliyetçilik rüzgarı her geçen gün o kadar sert esmeye başladı ki 17 yıl gibi kısa bir sürede Islahat Fermanı geldi.

Islaha Fermanı ile Osmanlılar dediler ki: gayrimüslimlere daha fazla hak verelim bununla da yetinmeyelim bazı batı  tarzı kurumları ülkeye taşıyalım, Sonra  dönelim: Arkadaşlar! bu devlet hepimizin diyelim. Adamlar ayrılıp devlet kurmasın. Yetti mi? Tabi ki hayır.

1876 yani Fransız ihtilalinden 87 yıl sonra, milliyetçilik dalgası, dış baskılar, isyanlar, ekonomik sıkıntılar derken Osmanlılar, bir meclisimiz olmalı fikrini benimsediler. Benimsediler benimsemesine ama padişahın tüm yetkileri elinde duruyordu. Burada kimsenin demokrasi ile alakası yok. Avrupa bu yolla Osmanlı bürokrasisini ele geçirmeye çalışırken, Osmanlı ise Avrupa'nın baskısını delmek için göz boyuyor. Yine de belli bir demokrasi bilincinin ilk adımı Türk milleti adına. Osmanlı bürokrasisi şunu gördü: Evet olabilir, padişahın yanında etkisi az bile olsa bir güç olabilir.


Meclis iki yıl açık kaldı, siyasi atmosfer değişti derken 2. Abdülhamid meclisi tatil etti. ne kadar mı? 33 sene😀

Haklı mıydı peki? Avrupa'nın ekonomik ve siyasi baskıları, her tarafta isyan, savaşlar, Müslüman milletlere sıçraması olası milliyetçilik ateşi ve mecliste Rus yanlısı İngiliz yanlısı olan gruplar ki bağımsız onlarla gizli görüşüyorlar. Hepsini göz önüne alınca padişah, ülkeyi ayakta tutacak şeyin mutlak bir otorite olduğunu gördü. Padişahın otoritesi bu kırılma zamanında tam olmalı kanısına vardı.

Yok biz hürriyetçiyiz özgürlükçüyüz diyen Namık Kemaller vs. devletin realitesinden kopmuş adamlar. Lan bir şeyin doğru olması her zaman bayraklaştırılmasını gerektirir mi? Çok uluslu bir devlette show yapıyorsun. sen özgürlük mü istiyorsun?  Araplar da istiyor. Sen hürriyet mi istiyorsun? Sırplar da istiyor. Belki sen hürriyetçi, özgürlükçü yeni bir Osmanlı istiyorsun fakat ayrılıkçı hareketlerin temeli salt özgürlük değil. milliyetçi özgürlük. her millet bir devlet olmalı fikri. Adam artık Osmanlı adına karşı. O yüzden Osmanlıcılık başarılı da olamadı zaten.


1878 yılından sonra yani 2. Abdülhamid meclisi kapatınca demokrasi, özgürlük gibi fikirler yerinde mi saydı ? hayır. Herkes kendi bildiği yoldan yürüdü. Padişah kızıl sultan oldu. Geri kalan zerzevat hürriyetçi. 

1889 yılında ise ittihat ve terakki  yavaştan filizlenmiş milliyetçi ve güya özgürlükçü tiplerin yuvası olmaya başlamış, devlet bunu fark edip takip etse bile akıntıya karşı kürek çekmek gibi bir şey fikirler o kadar anlamlı ve makul ki herkes romantik bir şekilde dahil oluyor. Devletin durumundan bihaber olarak tabi.

1908 yılına gelindiğinde çetecilik hareketleri ile padişahı meclisi açmaya zorladılar, başarılıda oldular. Ayaklanmalar yayılır korkusu ile devlet meclisi tekrar açtı. İttihat ve terakki üyeleri daha 1 yıl içinde ülkede o kadar sorun ile karşı karşıya getirdi ki 31 mart ayaklanması olarak bilinen ayaklanmaya (Ayaklananlar kendi adamları) maruz kaldılar. Ne yaptılar tabi balkanlardan bir ordu getirdiler ordu dediysek eh işte.

1909 yılında gerçekleşen bu olay neye sebep oldu biliyor musunuz? ayaklanmadan padişahı sorunlu tutup tahttan indirdiler. 1909 yılından 1918 yılına kadar devleti yöneten ittihat ve terakki...

 Durun durun! bunu Turgut Özal Anlatsın.


Batırdılar devleti batırdılar. 1914 yılından 1918 yılına kadar süren dünya savaşında Osmanlı iflas bayrağını çekti. 1918 sonu itibariyle  Anadolu da başlayan işgal karşıtı hareketler  küçük gruplar halinde işgal güçlerine karşı ateşli bir savunmaya geçmişti. Hal böyle iken devlet plan yaptı ve Vahdettin'in emri ile Mustafa Kemal Samsuna doğru yola çıktı. (Burada söylenecek çok şey var bunu tarihe bırakalım😉) Sükuneti sağlamak için giden Mustafa Kemal'in asli görevi işgal karşıtlığını ateşlemekti. 1922 Ağustos ayında düşman püskürtüldü. Sonra ne mi oldu?  saltanat kaldırıldı.

Saltanatın kaldırılması iyi bir şey, yine bunu her yönüyle işin ehli insanlar bakmalı ama biz sisin biraz içine girelim. 1 yıl olmadan cumhuriyet ilan edildi hani var ya Mustafa kemal bir gece ansızın arkadaşlarına: 'Efendiler! yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz. demiş. Yedik mi? Hayır.


BAKIN


4 ekim 1923 tarihli  New York Times Diyor ki: Türkiye de cumhuriyet ilan edilecek👈 cumhuriyetin ilanından 25 gün evvel. Ya arkadaşlar ciddi bir devlette bir adam ansızın böyle bir karar alabilir mi. Çok mantıksız değil mi? Halka mı sormuş? ya da diktatör mü ki buna tek başına karar veriyor. 

Osmanlı saltanatı ile beraber tarihten silinirken, güzel Türkiye'miz cumhuriyetle beraber doğuyor. Ha cumhuriyet demokrasi mi demek. Tabi ki Hayır.


Osmanlıdan Türkiye'mize doğru intikal eden bu süreci kısaca tekrar didikliyicem dayılar.

Fransız ihtilali ve getirdiği yeni kavramlar, Osmanlıların 1804 de Sırp isyanı ile kapısını çaldı. Bizimkiler sert bir şekilde bastırdılar derken arkasından yunan isyanı geldi devlet direnemedi. Çare arayışları ardı ardına geldi. Meclis açıldı ilk emekleme adımları atıldı. Sonra duygusal milliyetçiler, hainler ve kapıyı çalan savaş, kapıyı da kırdı zaten.

Osmanlılar zorla da olsa yavaşta olsa demokrasiye doğru gidiyordu ne kadar sürerdi veya sembolik olarak saltanat kalır mıydı orası tartışılır ama şurası kesin ki devlet varlığını devam ettirseydi gerek iç nedenler gerek dış nedenlerden dolayı demokratik bir zemine doğru kayacaktı.

Osmanlının son 100 yılı bu fikirler buhranında geçerde devlet bundan etkilenmez mi, bu fikirlerden devletin her kademesinden çok insanı etkilenmişti. Etkilenenler cumhuriyeti ilan etti. Demokrasiye aç oldukları için mi? Tabi ki hayır. 


Burada sizi rahat bırakalım. diğer bölümde genç Türkiye'nin demokrasi ile kavgasına odaklanalım✋

2. Bölüm: https://sallagitsinb.blogspot.com/2021/12/turkiyenin-demokrasi-tarihi-ve.html

23 Eylül 2021 Perşembe

RTE - 'DAHA ADİL BİR DÜNYA MÜMKÜN' NE ANLATIYOR?


 Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın kaleminden diye reklamı yapılan "Daha Adil Bir Dünya Mümkün" adlı kitabı okudunuz mu? 

Okumayın😐 Neden mi?

Kitabın reklamını görünce; yaklaşık 50 yıldır siyasetin içinde, devletin önemli kademelerinde çalışmış, başbakanlık ve  cumhurbaşkanlığı görevlerini üstlenmiş, hala aktif siyasetin içinde bulunan cumhurbaşkanımızın kitabını çıkar çıkmaz aldım. Tabi 40 lira vererek.

Okuyucu olarak, böyle kariyere ve deneyime sahip olan bir liderin kitabını okumak çok önemli idi benim için. Okuduğumda sunduğu bakış açısı, deneyimleri, analizleri ve gelecek ile ilgili öngörüleri ya da vizyonu bize bir şey öğretmeli, aydınlatmalı diye düşündüm. 


Gelelim hevesle aldığım kitaba; "Dünya beşten büyüktür" sloganı etrafında 211 sayfalık bir kitap yazmışlar. Kitabı alıp inceleyerek ve anlayarak okursanız bir broşür kadar zenginliğe sahip olduğunu görürsünüz yani bir broşüre "Dünya beşten büyüktür" yazıp altını 6,7 maddelik argümanlarla doldurarak dağıtsalar  bu kitap ile aynı işlevi görür. Kitabı okuduktan sonra da şunu düşündüm; devlet şu an kitap satıp al-ver ekonomiye can ver! modunda çalışıyor da olabilir tabi😉


Kitap, Birleşmiş milletler yapısının onarılması, yenilenmesi ve demokratikleşmesi halinde dünyadaki çoğu konunun bu çatı altında çözülebileceğini savunuyor. O zaman gelin birleşmiş milletler nedir ne değildir bakalım. 

2. dünya savaşına dahil olup bu savaşı kazanan Amerika, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya gibi devletler BM teşkilatını kurmuşlar. Adamlar BM çatısı altında 'dünya barışı ve huzurunu korumak, demokrasiyi uygulanabilir ve geçerli kılmak' sloganıyla dünyayı kol altına almışlar. Bu kuruculardan herhangi biri, bir kararı onaylamaz ise o karar geçmez. Daha iyi açıklarsak 193 ülkeden  yukarıda ismi olan kurucu bir üye bir karara hayır derse diğer 192 devlet evet derse dahi o karar geçmez. BM zaten kendi içinde faşist ve antidemokratik. Adamlar kısaca diğer dünya devletlerine şunu diyor: Bedel ödedik, Sizi faşizmden kurtardık ve yeni bir dünya kurduk, bu ayrıcalık bizim hakkımız, işinize gelirse. Şimdi sen kalkıp adamlara kendi ütopyandan bahsediyorsun dahası kendi içinde faşist ve antidemokratik bir kurumu onaralım diyorsun. Çürümüş bir meyve nasıl onarılıp yenmezse BM de öyle onarılıp adil olamaz. Hani çıkıp desen ki BM'ye alternatif olacak  kuruluş kuralım dünyayı katılım için örgütleyelim. Amenna. Yine de teşekkür ederim, yazmışsın; okuduk, güldük, eğlendik. Ama bir yerde de üzüldük. Ülkende seçimle iş başına gelmiş belediye başkanlarını istifaya zorla, Başbakanı istifaya zorla  kalk elin adamına demokrasi dersi ver. Ah Gençler ah😆


Burada iki şahsi fikrimi belirtmek istiyorum. 

"Dünya beşten büyüktür." doğru bir laftır. her platformda dillendirilmelidir.

"Daha adil bir dünya mümkün" evet buna da yürekten inanıyorum.


AMA bir cumhurbaşkanının 'Daha adil bir dünya mümkün' diyerek 'Dünya beşten büyüktür' konulu kitap yazıp 40 liradan satışa çıkarılmasını kesinlikle yanlış buluyorum.


Neden böyle acımasızca eleştiriyorum biliyor musunuz?


Çünkü beklentim daha adil bir dünyayı mümkün kılabilecek; ekonomik, teknolojik, sosyolojik, felsefik ve manevi bir altyapının şimdi ve gelecekte nasıl şekillendirilmesi gerektiği konusunda geniş bakış açısı bekliyordum.

Veya gıda, su,  blockchain gibi.. konularda atılması gereken adımlar ile güçlü bir devlet olma vasfına erişmek, adil bir dünyanın temelinde rol almak gibi çıkarımlar bekliyordum.


Eğer bu kitabı cumhurbaşkanımız yazdı ise, Yazık. (Bir slogan bir kitap ve vizyon barındırmıyor.)

Eğer bu kitabı başkası yazdı ise, yine Yazık.(Bilgisizce ve yüzeysel)

Eğer bu kitabı başkası yazıp Erdoğan adı ile satıyorsa, çok Yazık.(Aldatmaca)

Böyle bir kitap için kağıda Yazık.

Böyle bir kitap 2. baskı olmasın ağaca Yazık.

Böyle kitap 40 lira olmasın paraya Yazık.


Tüm bu hikayenin sonunda kitap gelirinin bir yardım kuruluşuna bağışlandığı söylenecektir. Gidin yardımınızı siz yapın bu kadar dolaylı yardıma gerek yok.


Güçlünün haklı olduğu bir sistem içinde adil bir düzen istiyorsak ilk şart güçlü olmaktır. Bu da kendi içimize dönmekle, sorunlarımıza odaklanmakla olur.


Bitirmeden öncede şunu belirtelim: Dünya Beşten Büyük müdür? Pratikte? Teoride? Bunu da bir ara konuşalım.



13 Mayıs 2019 Pazartesi

SİYASETTE EKREM İMAMOĞLU'NUN YERİ




31 mart seçimleri geçti.
Seçim sonuçlarına göre Ekrem İ'nin İstanbul'u kazandığı açıklandı. Mazbatası verildi.(hadi hayırlısı dedik)


Biz buradan Ekrem İ'nin  siyasi kariyerine bir göz atalım. Daha sonra konumuza dönelim.


Kendisinin hayatının anlatıldığı kitaptan alıntılarla şöyle: Ailesi ANAP kökenli olan (Babası Trabzon da ANAP'ın il kurucularından) Ekrem İ. Mustafa Kemal sevgisinden dolayı CHP'li oldu. 2000'lerden itibaren  siyasi tercihi netleşti. Kararlı bir CHP seçmeni olmuştu.

ANAP(Anavatan partisi) Turgut Özal'ın kurduğu muhafazakar sağ parti bunu belirtelim ve devam edelim.

2008 yılında CHP üyesi olan Ekrem İ. 2009'da Beylikdüzü ilçe başkanı,2014'de belediye seçimlerinde Beylikdüzü belediye başkanı oldu. Basamaklar takır takır..







Günümüze gelelim...

31 mart 2019 yılındaki seçimlerde Ekrem İ. İstanbul'un belediye başkanı seçildi derken şaibeler aldı yürüdü.
Sonuç olarak seçim iptal edildi. Mazbatası elinden alındı.23 haziran 2019'da İstanbullu seçmen tekrar sandık başında yerini alacak.


YSK'nın iptal kararı sebebi şu: Sandık kurulu başkan ve üyelerinin kanunun açık hükmüne rağmen kamu görevlisi olmaması ve bu durumun seçim sonucuna etki etmesi nedeni ile iptal edilmiştir.


Bu seçim şaibeli değildir demek tarafgirlik olur.

-Sandık başkanlarının kamu görevlisi olmaması(belgelenmiştir)
-Binali Yıldırım'ın oylarının yazılmaması(belgelenmiştir.)
-Binali Yıldırım'ın oylarının başka adaylara yazılması(belgelenmiştir)
-YSK'nın sayımı sonucunda oy farkının her geçen gün düşmesi
-İlçe belediyesinde AKP'ye verilen oyların ne hikmetse İl belediyesinde verilmemesi


Daha dikkat çeken ise tüm oyların tekrar sayımının gerçekleşmeden yeniden seçim kararı alınması çok çok dikkat çekici.(yani 7 üyenin bu kararı bir mağdur yarattı.)

Bu ülkede halk mağdur olandan yanadır. Ve şu durumda sanki mağdur Ekrem İ.dir.


Yeniden seçim kararı alınınca kendinden emin olan taraf enerjisini toplar sahaya iner ama Ekrem İ. hakkımız yendi şarkısı söyledi ve uzunca süre söyleyecek.

CHP genel başkanı ne dedi YSK üyelerine, çete dedi.







Tamam burada şöyle bir silkelenip olaya duru bakalım.


Ekrem İ.   :

-Anap kökenli bir aileden geliyor.(Özal'ın partisi),

-CHP'li siyasetçi,

-Mustafa Kemal aşığı,

-CHP ve İP'in ortak adayı(İP sözde milliyetçi bir parti),

-HDP'nin açık desteğini alıyor,

-Seçimi kazandığında bilecek ki HDP oyları ile seçilmiştir. Hdp'lileri yok sayarak siyaset yapamaz denen kişi,

-Saadet partisi desteği alıyor(Necmettin Erbakan'ın partisi),

-Dsp'nin yeni gözdesi,

-Pkk'nın işaret ettiği adam,

-Medyanın sevimli ve hoşgörülü kahramanı( Hdp ve Pkk'nın tüm yandaş açıklamalarına karşı ne açıklama yapmış?),

-Sabır abidesi ,

- Sıfır yanlış ve sıfır kötülüğün örnek ismi,

-Özgürlüğün tek adresi,

-Ülkenin hep gülen yüzü,yeni rengi,


-2. Mustafa Kemal,

-Herkesi kucaklayan Noel baba,


daha daha daha daha .........................




Şimdi yukarıda yazılanları toplayalım.


-Özal'ın partisini destekleyen aile çizgisinden Chp'ye giden bir yol.
Gazetelerde, sosyal platformlarda veya sözlüklerde bir bakın.
Kendine Atatürkçü, demokrat ve ulusalcı diyenler Özal hakkında ne yazıyor.
Özal bu güruha hangi gözle bakıyor. Ne diyor? Okuyun.





-Mustafa Kemal aşıkları ile yıllardır düşmanı diye lanse edilen saadetliler hangi ortak paydada buluşuyor. Erbakan'ın yıllarca İrtica saçmalığıyla  mağdur edilmesi cabası. Laiklik elden gidiyor naralarını saymıyorum bile.




-Daha fazla millet ve ülke sevdalısı olduğunu iddia edip Mhp'yi bölen İp nasıl oluyor da Pkk ve Hdp ile aynı aday arkasında  saf tutuyor.




-Seçimi kazandığında bilecek ki HDP oyları ile seçilmiştir. Hdp'lileri yok sayarak siyaset yapamaz diyenlere Ekrem İ.
ne demiş?


şuraya şunu da ekleyelim de:



Arkadaşlar son olarak kendi fikirlerimi ve düşüncemi anlatıp bitirmek istiyorum.
31 mart seçimlerinde her iki ittifakın adayına da oy vermedim.
Özellikle AKP hükumetinin iç ve dış icraatta yaptığı bir yığın hatadan dolayı oy kaybı yaşaması ve gereken dersi alması temennimdi. Hala da öyle.


Ama bu demek değil ki Tayyip Erdoğan düşmanlığı gözümü kör etti. Asla.



Daha dünkü siyasetçiyi, medyası ile Fetö'sü Pkk'sı Hdp'si Chp'si Saadet'i Dsp'si İp'i ile beraber bana kimse 'al bak hazır. Çokta hoşgörülü başkan' diye anlatamaz.

Açın bakın Ekrem İ'nin propagandasını yapanlar Selahattin D.'nin kitabının reklamını yapıyor.

Ysk üyelerine çete. Pyd'ye zararsız sübyanlar diyen  Kemal K. ülkede muhalefet. Ne yazık.






Utanıyorum ülkemde öyle bir muhalefet var ki Tayyip Erdoğan'a muhalefet yapmamı, muhalif olmamı engelliyor.




Ne midir Ekrem İ'nin siyasetteki yeri: Kocaman Bir Yersizlik....



Fazla umutlanmamak lazım, lider olmak öyle basit bir iş değil.


20 Temmuz 2018 Cuma

CELALİ İSYANLARI








Celali isyanları.


Her devlette olduğu gibi Osmanlı devletinde de ayaklanmalar ve isyanlar oldu.
Ama milletçe olaya ideolojik olarak baktığımız için hep bir taraf tutma hep yan çıkma eğiliminde olduk.
Bu ise bizi tarihi doğru anlama ve analiz etme konusunda hataya düşürdü.


İdeolojilerimizi bir kenara bırakalım ve uzanalım imparatorluğun iç isyanlarına.



Celali isyanları,
 1519-1685 yılları arasında belli aralıklarla çıkan devleti sarsacak büyüklükte isyanlardır.

1519 yılında Yavuz Sultan Selim döneminde  ayaklanan Bozoklu Celal tüm bu isyanların isim babası olmuş.Sonraki tüm isyanlara celali isyanları adı verilmiştir.


Bu isyanları üç ana başlıkta incelemeliyiz.

1.Mezhepsel

2.Ekonomik 

3.Çıkar odaklı


İsyanların halk isyanı değildir.Halk bir parçada olsa isyanın içine çekilmiştir.


İmparatorluğun en şaşaalı dönemlerinde mezhepsel isyanlar çıkmıştır.
Alevi-Şii şeyhler Şii Safevi devleti etkisi ile isyanlar çıkarmış isyanlar bastırılmıştır.
 Dönem içerisinde ki çözümler isyanı bastırdıktan daha isyan liderini öldürmek ve halka ibret olsun  diye meydanda bekletmek,teşhir etmekti.
İsyanlara tüm alevi vatandaşlar katılmadı ve alevi katliamı gibi bir şey olmamıştı..
İsyan eden öldürülmüştü.Net.


Aleviler öldürüldü değil isyan eden öldürüldü demek doğrudur.
Zaten o şartlar altında böyle bir garez yoktur.
Çünkü Şeytana tapan Yezidileri dahi devlet öldürmemiştir.
Yani bırakın mezhebi farklı olan bir topluluğu öldürmek,şeytana tapan bir topluluğu bile ezmemişlerdir Osmanlılar.

İmparatorluk meseleye bir dış kışkırtma olarak bakmış ve Safevi devleti üzerine sefer düzenlenmiştir.


1500'lü yılların sonuna dek mezhepsel  ve dar bir alanda çıkan isyanlar devletin mutlak gücü ile bastırılmıştır.







1600'lü yıllar geldiğinde ise Batı'da Avusturya ve Doğu'da İran ile savaşılmasının;
devleti her yönde yıpratması,devletin nüfusunun  hızlıca artması,savaşlardaki hızlı manevra ve iş bitiriciliğin hafiften yavaşlaması,tüfek kullanan asker sayısının hızlıca artması ile toprağı işleyip asker yetiştiren tımar sahiplerine olan rağbetin azalması,tımar sahiplerinin halka baskı yapması ve tabi ki savaş giderleri için devletten gelen abartılı ek vergiler ekonomik olarak tımar sahibini ve köylüyü de etkiledi.

Böylece imparatorluk ekonomik isyanlarla baş başa kaldı.


Arkadaşlar,
Savaş ve ekonomi öyle bir şey ki bir grup insanı isyana iterken diğerlerini göçe bir diğerlerini de eşkıyalığa,hırsızlığa itti.Savaştan kaçan askerler de zaten öldürüleceğim düşüncesiyle bunlara katılınca ortaya zorba bir güruh çıktı.

1.Ahmed zorbalık yapan devlet adamı,memur ve eşkıyalara karşı halkı silahlanmaya onlara karşı koymaya çağıran fermanlar yayınladı.

Bu süreç içerisinde isyanlar çok tehlikeli görülmese de makamını kaybeden veya üst makam isteyen daha da ileri gidip kendi özerk bölgesini isteyen çıkar odaklı isyanlarda bu ekonomik isyanlarla birleşince imparatorluk tüm dikkatini bu isyanlara verdi.

Seferden dönen sadrazam  kuyucu Murad paşa 1. Ahmed'in emri ile isyanları çok kanlı bir şekilde bastırdı.
Kuyular kazdırıyor öldürülen eşkıyaları içene atıyor son olarak eşkıya liderlerini  halkın görebileceği şekilde kuyuya attırıp ibret-i alem yapıyordu.
Gel gör ki kuyucu Murad haklı ya da haksız Celalilerin yanından kıyısından geçmiş çoğu kişiyi öldürdü.
İsyanı kendi dönemi için bastırdı ama belli bir süre sonra tekrar devam etmeye başladı.Fakat tek bir farkla artık isyancılar imparatorluğun gücünü ve acımasızlığını gördükleri için çoğu sahadan çekilmeye ya da affedilmek için aracı bulmaya başlamıştı..(1610'lar da)

Ülkede iç isyanlar devam ederken,halk başka bölgelere veya dağlara kaçıp saklanmaya başladı.Bu döneme büyük kaçgun adı verildi.

Genç Osman'ın darbeyle indirilmesi ve adice öldürülmesi üzerine kan davası güderek başkaldıran Abaza Mehmet paşanın Anadolu da başlattığı isyan İstanbul'a sıçradı.(1622'ler de)

İç isyanlar,devlet yönetiminde yeniçeri darbeleri derken işler gittikçe kötüleşiyordu.
Dışarı da yorgun zaferler kazanan imparatorluk içeride isyanlar karşısında bıkkındı ve çare üretme peşindeydi.


Çıkar odaklı,ekonomik bu isyanlara İran desteği de gelmeye başlamıştı.

Bu ortamda 4.Murad tahta çıktı(1623) ve tüm enerjisini iç siyaset ve İran üzerine endeksledi.Ki buna mecburdu.

İlk iş darbe yapan,darbe taraftarı olan yeniçeri liderleri ve yeniçerileri öldürttü.
Darbeye karışmış üst düzey devlet adamlarını da öldürten Sultan Murad hem kendi otoritesini hem devletin otoritesini güçlendirdi.

İran üzerine sefer düzenleyen sultan,ordu ile geçtiği her şehirde konakladı.
Halka eşkıya ve zorba olanları bildirmesini söyledi.Halkın şikayetçi olduğu tüm kişi ve grupları öldürttü.
İran yenilgiye uğratıldı.Bağdat fethedildi.Sultan başka bir güzergahtan İstanbul'a döndü.Yol boyunca konakladı ve halka aynı soruyu sordu:Burada zorba var mı?

Tüm bu olaylar sırasında 2. Osman'ın öldürülmesini gerekçe göstererek 6 yıldır isyan eden Abaza Mehmet paşa affedildi.
Daha sonraları rüşvet aldığı gerekçesiyle öldürüldü.


4. Muradın liderliği boyunca isyanlarda yüksek bir düşüş görülse de onun vefatı ile yerine gelen padişahın ve devlet erkanının oluşturduğu otorite boşluğu ile siyasi hamle üretememeleri birleşince isyanlar yavaş yavaş artmaya ve büyümeye başladı.(1640'lar da)


Buna ek olarak 

1645 yılında özellikle Avrupa da yer yer mini buzul çağı yaşanmaya başlanmıştı ve 1715 yılına kadar sürecekti.
Tabi ki bu durum imparatorluğu da tarım yönünden etkiledi ülkede kıtlık baş göstermeye başlamıştı.Kıtlık isyan dalgasına taraftan toplayan bir etken oldu.İsyanlar iç içe geçmiş yine bir ateş topuna dönüşmüştü.Kıtlıktan dolayı İspanya,İtalya ve Fransa da da isyan ve eşkıyalık olayları filizlenmeye başladı..



4. Mehmet döneminde 1656 yılında sadrazamlığa gelen Köprülü Mehmet paşa olayların Arap saçına döndüğünü gördü.Artık başka bir yol izlemenin zamanı geldiğini düşündü ve çıkar için isyan edenlerin bazılarını ödüllendirdi ve diğer isyancıları bastırmaları emrini verdi.
Bazılarını konuşmak için saraya davet etti.Bazılarını orduya aldı.İsyan eden devlet adamlarına daha yüksek bir mevki verdi.



Tüm isyanlar durulmaya başlayınca
Konuşmak için çağırdıklarını hemen orada öldürdüğü,
mevki verdiklerini bulunduğu mevkide yalnızlaştırıp daha sonra boğdurduğu,askere aldıklarını en ön cephede savaştırıp hem Osmanlı hem düşman ateşi arasında bırakarak öldürdüğü,diğer taraftan isyancıları mevki verme umuduyla bir birlerine karşı kışkırttığı,isyanını haklı gördüğü kişilere dokunmadığı ve halkı isyancılara karşı silahlandırdığı veya isyana meyilli gördüğü bölgelerde silahları toplattığı ortaya çıkmaya başladı.


Ve bu politika işe yaradı isyanların beli kırılmıştı çok küçük uçlar yalında yine isyanlar ortaya çıksa da devlet bu politikayı benimsedi ve  isyanlar her geçen gün azaldı.Ve zamanla son buldu.


Mezhepsel isyanlar ekonomik isyanlarla birleşmiş daha sonra ekonomik isyanlara devretmiş zamanla tamamen çıkar odaklı isyanlar halini almış bu isyanlar 1600'lü yılların sonunda tamamen son bulmuştu.

2.Viyana kuşatmasındaki bozgundan sonra(1683) kaçan askerler her ne kadar Anadolu'ya gelip zorbalık,eşkıyalık yapsalar da tutunamamış bıkkın halkın yumruğuyla karşılaşmışlardır.

Celalilerin tek mirasları dilimize bıraktıkları celallenmek deyimi olmuştur


165 yıl belli aralıklarla devam eden bu isyanlar çok büyük hasarlar vermiş ve bastırılmıştır.Amma ve lakin Osmanlı teknesinde bir delik açılmıştır.Zaten böyle bir çapta isyanı o dönemde bastırabilecek tek güç Osmanlıydı.Bastırdı.Tabi gerilemenin  ilk sinyalini vererek.




Tarih tekerrürden ibaretti deriz. Evet öyle...
Osmanlılar 100 yıl sonra daha büyük daha donanımlı isyanlarla karşılaşacaklardı.
Milliyetçilik akımının getirdiği bağımsızlık  İsyanları ile...





İyi günler............

3 Haziran 2018 Pazar

24 HAZİRAN(2018) SEÇİMLERİNE DOĞRU




24 haziran seçimlerine doğru giderken  önce güzel ülkemizin şu koşullarına bir bakalım.



Hafif hafif ekonomik sıkıntılar baş göstermeye başlamış,dış ilişkiler de tıkanma  noktasına gelinmişken ve bize karşı terörizm açık açık desteklenirken yapılacak en iyi hareket erken seçimdi.
Çünkü ya istikrar göstergesi ya da bir  değişim göstergesi olacaktı seçimler.En azından ben öyle düşünüyorum.

İttifak yapan partilerin,blog seçimleri olacak bu seçim ama bunun dışında dış dünyaya bu oyuna kiminle devam etmek zorunda olduklarına da hatırlatmış olacağız.


Hem iktidar halka gidip  güven tazeleyecek, tamam veya devam notu alacak hem muhalif partiler yeni bir vizyon yeni bir çözüm yolu sunup ülkemizi yeni ufuklara doğru yol aldıracak.Seçim ve karar bizim.





Gel gör ki  seçimlere fetö tartışmalarıyla,Erdoğan'ın diploması tartışmalarıyla,iktidarın mutlak ve tartışmasız doğrularını duyarak,muhalefetin vizyonsuz ve saçma sapan eleştirilerini dinleyerek gidiyoruz.

Ötv,sicil affı,eğitim sorunları,hukuk sistemimizin aksaklıkları,işsizlik,dış siyasetteki tıkanma,iç siyasette kutuplaşma... gibi daha bir sürü  sorunlara 'işte çözüm budur' diyen bir muhalefet  olmadığı gibi  tüm bunları çözdüğünü zanneden bir iktidar ile karşı karşıyayız.


Erdoğan 16 yıllık iktidar koltuğunda olmasına rağmen yabancı veya yarı yerli özel şirketlerle özelleştirme kapsamında yaptığı köprü,liman  havaalanından bahsederken zaten zengin olan kesim iyice zenginleşiyor.
Geçiş ücreti pahalılığından zarar eden Osmangazi köprüsü seçim malzemesi olurken ,yapan şirkete zararı devlet tarafından ödeniyor.
Tüm şehirlere üniversite yapılması bir seçim malzemesi olurken,sırf üniversiteli olup belli küçük avantajlardan yararlanmak isteyen gençler diplomalı işsiz oluyor.
Yıllardır konuşulan 'Büyük İsrail Projesi' adım adım gerçekleşirken bize dış siyasette zafer şarkıları söyleniyor ve seçim malzemesi yapılıyor.

Say say bitmez...


Şaka gibi değil mi?





Ama daha komiği var 

o da muhalif kanadı 

Süzme vizyonsuz muhalif liderler şu an ne tartışıyor ne anlatıyor derseniz.

Erdoğan'ın üniversite diploması var mı, yok mu,devlet sarayını yıkacağız,devlete ait uçakları satacağız,büyük projeleri durduracağız,yok tülbent devrimi yapacağız.
Bismillah ya, yıllarca türbanla uğraştık bırakın artık şu ucuz siyaseti.

Yani muhalefetin en büyük vaadi Erdoğan'ı göndermek.



Düşünün 16 yıl ülkeye başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış bir adama diploma üzerinden saldırıp yıpratmaya çalışan bir muhalefet ile karşı karşıyayız.
Halkın oyları ile değiştirilen sistemi geri getirmeyi vadeden sivri zekalı bir muhalefetimiz var.

Ulan ben oturduğum yerde o kadar dişe dokunur sorun görürken siz bunları mı tartışıyorsunuz.


Ve son olarak şunu görüyoruz ki Erdoğan'ın bu halkta bir karşılığı var.Muhalefet liderlerinin halkta karşılığı ne ki acaba bu kadar seçmeni arkasında bulunduran Tayyip Erdoğan'a karşı şahsi bir sorunları varmış gibi davranıyorlar.Oysa ki Erdoğan seçmeni potansiyel bir muhalifidir de aslında.



Bakın yıllardır denenmiş Doğu Perinçek, 
hiç bir aday dahi bulunamayınca son seçenek olarak ortaya sürülen Muharrem İnce,
yıllardır her partinin kapısını çalmış ve partisi fetö sempatizanları ile dolu Meral Akşener,
madımak olayında Sivas'ı dahi kontrol edip yönetememiş dönemin belediye başkanı Temel Karamollaoğlu
ve
Pkk'lı Selahattin Demirtaş bu seçimlerde başkan adayı.



Erdoğan'ın bir ton yanlışını sayabiliriz burada ama şunu es geçmemeliyiz. Erdoğan bugün bir lider aynı zaman  rüzgar ondan yana esiyor.
En şanslı olduğu taraf  ise  muhalif bir lider veya muhalif bir  akım boşluğunun müthiş derecede  olmasıdır.




Eeee ne olacak halk ne diyecek diye soracak olursanız.




Halk şunu diyecek:

EHVEN-İ ŞER









Unutmamalıyız ki bir ülkenin en önemli unsurlarından biri gerçek ve adil muhalefetidir.



26 Mayıs 2018 Cumartesi

TÜRK SİYASETİNDE 50'Lİ YILLAR




"Demokrasi dünyanın en narin çiçeğidir. Onu yaşatan, hoşgörüdür, uzlaşıdır, diyalogtur. Size bu gece ülkemizde yetişen demokrasinin doğuş ve emekleme öyküsünü anlatacağız. Coşkulu ancak güç bir dönemin örtüsünü açacağız. Bu öyküde başrolü oynayanlardan  hiçbiri hayatta değil ancak kurup bize hediye ettikleri demokrasi hala yaşıyor."
(Mehmet Ali Birand-Demirkırat belgeseli açılış repliği)



2. Dünya savaşı yeni bitmiş tüm dünya farklı arayışlar  içerisine girmişken ülkemizde de bir arayış rüzgarı esiyordu.
1946 yılında yapılan seçimlerde her ne kadar çok partili sisteme geçişin ilk gerçek denemesi olsa da seçime hile karışmıştı.
(22 temmuz 1946-Akşam gazetesi)

.........




Tek parti döneminin ağır ekonomik koşulları ve vergileri.
Her gün milli şefi (İsmet İnönü) öven fazlası ile taraflı gazeteleri, dini baskılar, dayatılan ideolojiler derken zaten bunalmış halk bir çıkış yolu arıyordu.
Chp'nin karşısında kimin olsa kazanacağı 1950 seçimlerine Türkiye koşar adımlarla gidiyordu.






1950




14 mayıs 1950 yılına gelindiğinde ise ilk gerçek ve doğru seçim yapılmış
Demokrat parti seçimi  ezici bir çoğunlukla kazanmıştı.

(Dp ve Chp seçim afişleri)



Bu tek partili rejimin sonu demekti.



(15 mayıs 1950-Cumhuriyet gazetesi)



Milli şef diye anılan İsmet İnönü koltuğu Celal Bayar'a bırakmış,
muhalefet koltuğuna, Chp'nin başına geçmişti.
Adnan Menderes ülkenin başbakanı olmuştu.


.........


Bir 10 yıl sürecek Menderes dönemi böylece başlamış oldu.



Siyasi tarihimiz için 50'li yıllar Menderes'li yıllar demek. Çünkü tüm bu 10 yıl boyunca Menderes iktidarda kalmış, doğru veya yanlış bir takım kararlara imza atmıştır.



ilk icraat ezanın Türkçe okunması zorunluluğu kaldırılmıştı.








Yeniden şekillenmeye başlayan yeni Avrupa'dan Türkiye'de nasibini almalıydı.

Yükselen Komünizm karşısında yerinin Nato saflarında olmasını isteyen Türkiye Nato'ya başvurmuştu.
Zaman  içerisinde Nato'da  yer almak için yapılan tüm kulislerde başarılı olamayan Chp'den sonra, Demokrat parti Nato'ya girmek için  Kore savaşını fırsat olarak görmüş savaşa katılma kararı almıştır.


  • 1950 yılında Kore'ye asker gönderince 1952 yılında Türkiye Nato'ya üye oldu.


Nato ile 1952 yılından başlayan yolculuğumuzda ülkemizin menfaatine hiç bir şey gerçekleşmemiştir.
Bu ilişkide tek karlı çıkan Abd olmuştur.





  • 1947 yılında onaylanan Marshall yardımları 1952 yılında ülkeye gelmeye başladı.(tabi şartlı olarak)

Genellikle yol ve tarım alanlarına yoğunlaşması istenen yardımlar, ülkeye bolluk ve bereket getirdi. Ülke tarım makineleri ile doldu, halkın yüzü güldü. Demokrat Partinin ilk yılları bu yardımlar ve halkın istekleri doğrultusunda atılan adımlar sayesinde çok parlak geçti.

'Türkiye'yi küçük Amerika yapacağız' sloganıyla ülkeyi dolaşan menderes ve ekibi modern bir ülke profili için çoğu cami ile tarihi mekanı; yol, havaalanı, meydan... gibi sebeplerden yıktırıyor diğer taraftan ülkenin tüm köylerine yol yaptırıyordu. Çoğu  köylü ilk defa kara lastikle tanışıyor.Türkiye en hızlı büyüyen ülkeler arasında yerini alıyordu.




Derkennnnnn!!!!





Türkiye'miz yavaş yavaş kendini yeni bir seçime hazırlıyordu:1954 seçimlerine











Alınan Marshall yardımları ve krediler ile ülkeyi şaha kaldıran Demokrat  parti 1954 seçimlerini ezici bir çoğunlukla kazandı.
Yeni hükumet göreve başlamıştı başlamasına ama ülke de hafiften siyasi ve ekonomik kırılmalar da başlamıştı.
Yardımlarla hızlı yol alan tarıma dayalı ekonomimiz yavaş yavaş tıkanmaya başlamış, bu tıkanıklığın önünü açmak yeni bir kredi almak veya yeni bir çare üretmek kaçınılmaz olmuştu.
Ülke ekonomisi borçla dönüyor, yüksek bir oy oranı ile zafer sarhoşu olan DP basın özgürlüğünü es geçiyordu.







Tüm bu çalışmalar hız kesmeden devam etti. Ta ki Marshall yardımlarının doğurduğu olumsuz sonuçlar daha göze çarpar hale gelinceye kadar.
Makine ve yedek parça yardımı ve ucuz teçhizat piyasasından dolayı ülkede uçak fabrikaları başta olmak üzere çoğu fabrikanın kapanmasına veya özelleştirilmesine sebep oldu.
Kara yolları ulaşım kolaylığı sağladığı gibi tarımda ki makineleşmenin ezdiği küçük köylü şehre akın etti. Şehre gelen köylü kesim burada gecekondu kültürünü ortaya çıkardı.








1955



Emperyalizm  el değiştirip Amerika'nın avucuna konunca dünyayı yeniden dizayn etmek için keşfe çıkmıştı ve  Sovyet Rusya tehdidi ile karşı karşıya olan Türkiye kendini bilinçsiz bir şekilde küresel çetenin kucağına bıraktı.
İsmet İnönü ile başlayan dünya bankası üyeliği, Imf üyeliği, kredi alımları, Nato başvurusu Menderes döneminde aktif siyaset ve ekonomik malzeme haline geldi.

Tutarlı ve düzenli bir sistem içerisinde ilerlemeyen bu  modern görünme  adımları krediden krediye koşmamızı sağladı.
Küçük Amerika olma çabaları 1955 yılında itibaren ülkede sinsi bir kaos ve ekonomik krizin habercisiydi artık.


1955'ten itibaren tüm ekonomik kalkınmalar yavaşlıyor veya duruyor iç siyaset kulisleri gittikçe sertleşiyor derken Kıbrıs da Rum ve Türk taraflar arasında gerilim artmıştı. Rum yönetimi azınlıkta gördüğü Türkleri baskılıyordu.
Türkiye ve Yunanistan da karşı karşıya gelmeye başlamıştı. İşte bu atmosfer de  6,7 eylül olayları ülkenin gündemine düşüyordu.

Mustafa Kemal'in Selanik'teki evine saldırı oldu yalanı ülkede ciddiye alınınca İstanbul, İzmir ve Ankara da geneli Rum olan gayrimüslim halka saldırılar ve yağmalar gerçekleştiriliyordu.
1955 yılının basın yayın şartlarını düşünürsek 6 eylül sabahı çıkan bir gazetenin böyle bir hareketi tetiklemesi mantıken havada kalıyordu.
Ve bu  olay hükumetin bir planı olduğu ortaya çıktı. Kıbrıs sorunu karşısında sert tavır sergileyen Yunanistan'a  bir mesajdı.
Fakat sonuçları hiç umulduğu gibi olmadı.
11 Rum vatandaşımız hayatını kaybetti. Evleri ve iş yerleri yağmalandı. Kadınlar taciz ve tecavüze uğradı.
İşler kontrolden çıkarıldığı için hükumet sıkı yönetim ilan etmek zorunda kaldı ve olay böylece çözüldü.



Siyasi, sosyal ve ekonomik bunalımlar artarak devam ederken 1958 yılında gerçekleşmesi gereken seçimler erkene alındı ve 1957 yılında Türkiye kendini sandık başında buldu.

57 seçimleri demokrat partinin birinci parti olması ile sonuçlansa da büyük oranda oy kaybetmişti.



Daha sonra ne mi oldu?



Oturmamış demokratik anlayıştan ötür, düşen oy oranlarını faturası muhalefet ve basına kesiliyordu.
Çoğu gazete kapatıldı, gazeteciler tutuklandı, muhalefet dolaylı bir şekilde cezalandırıldı.
1 dolar  9 lira oldu.

DP yeni ekonomik paket görüşmelerine başladı.
Var olan veya ödeme sıkıntısı çekilen krediler sebebi ile kredi kuruluşlarının kapısını çalan  menderes gittiği yerlerden eli boş döndü.
Hayat pahalılığı hızla artmaya başladı.






Evet güzel kardeşlerim 

ilk defa demokrasi rüzgarı esen, gerçek manada seçimlerin yapıldığı bir ülkede siyasi hoşgörü çok kırılgandı. Anlayış çok önemli bir kavramdı ama ne muhalefet ne de iktidar bunu özümseyecek olgunlukta değildi.
Bu durum baskılara yanlış yönlendirilmelere sebep oluyordu.

Güç yozlaştırmış, ekonomi çöküşe geçmiş, sosyal yapı bozulmaya başlanmış ve artık menderes başını iki elinin arasına almış ve düşünmek mecburiyetinde kalmıştı.

Marshall yardımı ve diğer krediler tarım alanında yoğunlaşmak için verilmiş, şartlandırılmıştı.
Kredi vermeyen batı dünyasına karşı Sovyet Rusya'dan kredi alınacak ve sanayi hamlesi gerçekleştirilecekti.

Ve bu krediyi sağlık alanındaki yatırımlar için alınan bir kredi olarak basına duyurulacaktı.

Menderes 1950 yılından itibaren müttefik diye gördüğü ABD'den sanayileşme kredisi alamayıp üstüne birde sen tarım ile uğraş telkinini alınca 300 milyon dolarlık Rus kredisinin peşine düşmüştü.

Çünkü sanayi bizim için en can alıcı husustu yapılması mecburi işlerden biri idi.
Ne yazık ki menderes bunu geç fark etti.

 1960 yılında Rusya'ya gidecekti fakat 27 mayıs 1960 yılında ağır aksakta olsa ilerleyen demokrasiye darbe yapıldı.





Her zaman ki şarkıyı 'vatan elden gidiyor,vatan satılıyor' şarkısını söyleyen darbeci, vurguncu zihniyet 27 mayıs sabahı silah zoru ile yönetime el koymuştu.
Tüm bu ekonomik ,siyasi bunalımı silah ile çözmeyi vatanperverlik zanneden bu 'düşükler' gazetelerde kahraman olarak lanse edildi.


Koskoca ülkeyi bebek davası, köpek davası...gibi saçma sapan davalarla kendi kurdukları darbe mahkemesi ile sözde yargıladılar.




Evet Menderes derin siyaset denilen bu şeyden pek çakan bir adam değil fikrimce veya demokrasi tam nedir ne değildir konumlandıramamıştı kafasında ama en azından demokrasi bir emekleme süreci geçiriyordu.
Menderes iyi ve kötü 10 yıl ülkeyi yönetmiş bir çıkış yolu ararken bir deneyim kazanmışken ki halk zaten ona gereken dersi hafiften vermeye başlamışken darbe geldi.

Sonuç:








Menderes ve iki bakan arkadaşı(Fatin Rüştü zorlu, Hasan Polatkan) idam edildi.







Şöyle kafamızı toplayıp düşündüğümüzde karşımıza şu tablo çıkmalı: İnönü, Bayar, Menderes ülkeyi Amerikan emperyalizminin  eksenine doğru çekmişler.
Ki menderes bunu daha da büyütmüş yardımlar almış. Durum küresel çetenin yararına olurken her şey güzel gidiyormuş, bir şeyler olmuş her şey tersine dönmüş.
neden?
 Menderes yeterince borçlandırılmış diyebiliriz ama  tamam da İsmet İnönü ile başlamadı mı borçlanma işi.
 Ne oldu da idama giden bu sürece zemin hazırlandı. Menderes de edindiği deneyimle(küresel çetenin planlarını görünce) uyanmaya başlamasa Rusya ile geliştirilen ilişkiler, Bağdat paktı, yerli şirket ve kuruluşları fonlama gibi bir takım girişimlerde bulunur muydu?

Çünkü menderes Abd'den  sanayi kredisi istedi ve aldığı cevap onu artık başka bir arayışın peşine düşürdü.

Daha tuhaf bir şey var.

Mason localarının kapatılma önergesini veren Dp, yine kendi oyları ile kapanmamasını sağlıyor. Parti içinde dahi Menderesin etrafının sarıldığı gün yüzüne çıkıyordu.


Yani Menderes'i vatan hainliği ile suçlayan bu 'düşük' darbeciler bu ülkeye doğru ya da yanlış 10 yıl boyunca hizmet etmiş bir devlet başkanını katletmişler, çözüm olarak ise hiç bir şey vaat etmemişlerdi.




Menderesten sonra ne mi oldu?

















-Cumhuriyet ilk darbeyi yedi.

-Imf den ilk borç alındı.

-Adnan menderes siyasi bir ikon haline geldi.(normal bir siyasetçi olmasına rağmen)Öyle ki Menderesin devamıyız diyen Adalet partisi %52 oyla tek başına iktidar oldu.

-Turgut Özal'a kadar tüm cumhurbaşkanları asker kökenli oldu.

-Halk Menderesin idamının faturasını askerle işbirliği yapan Chp'ye kesti.
İktidarı Chp'ye hiç vermedi.

-Menderes, Chp eski vekili olmasına rağmen idamı muhafazakar kesimi arkasında topladı. Menderesin devamıyız diyen partiler halkı peşine taktı. Öyle ki ülkede sağ dendiği zaman başlangıç veya ilk lider menderes olarak anılmaya başlandı.

-Daha 27 mayıs darbesinin üzerinden 5 yıl geçmeden ülkede 2 başarısız darbe girişimi daha oldu.

-Ülkeyi yöneten cunta rejimi ülkeyi daha berbat bir ekonomik ve sosyal kargaşaya doğru itti.


-Menderesin Amerikan ekseninden kaymaya başlamasına karşın gelen darbe, ülkeyi Amerikan eksenine yerleştirdi ve hala öyle devam ediyor.










Menderes Döneminin  icraatları:



  • Menderes iktidara gelmiş ve ilk icraatı ezanın Arapça okunmasını sağlamak olmuştu. Bu durum için belli bir süre isteyen bayar, menderesin istifa teşebbüsüyle karşılaşınca yasayı onaylamış ve ezan Arapça okunmaya başlanmıştı.




  • Ezan mevzusu daha ilk günden orduda homurtulara sebep olmuş aynı yıl içerisinde darbeye teşebbüs gerekçesi ile 15 general ve 150 albay ordudan ihraç edilmişti.


  • Yine diğer ilk işlerden biride Atatürk'ün resmini  tekrar paranın üzerine bastırmak olmuştu. Atatürk'ün hatırasına yapılan her hangi manevi veya maddi bir saldırıyı suç sayan  Atatürk'ü koruma kanunu çıkarılmıştı.


  • Bu dönem içerisinde ilk para matbaası kurulmuş(1958) ve para 
basımına başlanmıştı.


  • Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Ege Üniversitesi bu dönemde açılmıştı.

  • Tarımda makineleşme artmış ülkeye 10 binlerce traktör ve biçerdöver getirilmişti.

  • Seyhan barajı ve Botan barajı yapılmış, kullanıma açılmıştı.

  • Müfredata din dersi getirilmekle beraber memura siyaset yapma yasağı yasalaştırılmıştı.

  • 1954 yılında petrol yasası yürürlüğe girmişti. Yasa petrol alanlarını özel teşebbüse açmakla beraber devletin bu işten el çektirilmesi anlamına da geliyordu.




Menderes ne bir hain ne bir efsaneydi. Ülkemizin önemli siyasilerinden biriydi.

Menderes'li yani 50'li yıllar ise demokrasimizin emekleme yılları idi.






Her şeye rağmen ülkemize hizmet etmiş tüm devlet büyüklerimizi saygıyla ve rahmetle anıyoruz. Teşekkürler.