26 Mayıs 2018 Cumartesi

TÜRK SİYASETİNDE 50'Lİ YILLAR




"Demokrasi dünyanın en narin çiçeğidir. Onu yaşatan, hoşgörüdür, uzlaşıdır, diyalogtur. Size bu gece ülkemizde yetişen demokrasinin doğuş ve emekleme öyküsünü anlatacağız. Coşkulu ancak güç bir dönemin örtüsünü açacağız. Bu öyküde başrolü oynayanlardan  hiçbiri hayatta değil ancak kurup bize hediye ettikleri demokrasi hala yaşıyor."
(Mehmet Ali Birand-Demirkırat belgeseli açılış repliği)



2. Dünya savaşı yeni bitmiş tüm dünya farklı arayışlar  içerisine girmişken ülkemizde de bir arayış rüzgarı esiyordu.
1946 yılında yapılan seçimlerde her ne kadar çok partili sisteme geçişin ilk gerçek denemesi olsa da seçime hile karışmıştı.
(22 temmuz 1946-Akşam gazetesi)

.........




Tek parti döneminin ağır ekonomik koşulları ve vergileri.
Her gün milli şefi (İsmet İnönü) öven fazlası ile taraflı gazeteleri, dini baskılar, dayatılan ideolojiler derken zaten bunalmış halk bir çıkış yolu arıyordu.
Chp'nin karşısında kimin olsa kazanacağı 1950 seçimlerine Türkiye koşar adımlarla gidiyordu.






1950




14 mayıs 1950 yılına gelindiğinde ise ilk gerçek ve doğru seçim yapılmış
Demokrat parti seçimi  ezici bir çoğunlukla kazanmıştı.

(Dp ve Chp seçim afişleri)



Bu tek partili rejimin sonu demekti.



(15 mayıs 1950-Cumhuriyet gazetesi)



Milli şef diye anılan İsmet İnönü koltuğu Celal Bayar'a bırakmış,
muhalefet koltuğuna, Chp'nin başına geçmişti.
Adnan Menderes ülkenin başbakanı olmuştu.


.........


Bir 10 yıl sürecek Menderes dönemi böylece başlamış oldu.



Siyasi tarihimiz için 50'li yıllar Menderes'li yıllar demek. Çünkü tüm bu 10 yıl boyunca Menderes iktidarda kalmış, doğru veya yanlış bir takım kararlara imza atmıştır.



ilk icraat ezanın Türkçe okunması zorunluluğu kaldırılmıştı.








Yeniden şekillenmeye başlayan yeni Avrupa'dan Türkiye'de nasibini almalıydı.

Yükselen Komünizm karşısında yerinin Nato saflarında olmasını isteyen Türkiye Nato'ya başvurmuştu.
Zaman  içerisinde Nato'da  yer almak için yapılan tüm kulislerde başarılı olamayan Chp'den sonra, Demokrat parti Nato'ya girmek için  Kore savaşını fırsat olarak görmüş savaşa katılma kararı almıştır.


  • 1950 yılında Kore'ye asker gönderince 1952 yılında Türkiye Nato'ya üye oldu.


Nato ile 1952 yılından başlayan yolculuğumuzda ülkemizin menfaatine hiç bir şey gerçekleşmemiştir.
Bu ilişkide tek karlı çıkan Abd olmuştur.





  • 1947 yılında onaylanan Marshall yardımları 1952 yılında ülkeye gelmeye başladı.(tabi şartlı olarak)

Genellikle yol ve tarım alanlarına yoğunlaşması istenen yardımlar, ülkeye bolluk ve bereket getirdi. Ülke tarım makineleri ile doldu, halkın yüzü güldü. Demokrat Partinin ilk yılları bu yardımlar ve halkın istekleri doğrultusunda atılan adımlar sayesinde çok parlak geçti.

'Türkiye'yi küçük Amerika yapacağız' sloganıyla ülkeyi dolaşan menderes ve ekibi modern bir ülke profili için çoğu cami ile tarihi mekanı; yol, havaalanı, meydan... gibi sebeplerden yıktırıyor diğer taraftan ülkenin tüm köylerine yol yaptırıyordu. Çoğu  köylü ilk defa kara lastikle tanışıyor.Türkiye en hızlı büyüyen ülkeler arasında yerini alıyordu.




Derkennnnnn!!!!





Türkiye'miz yavaş yavaş kendini yeni bir seçime hazırlıyordu:1954 seçimlerine











Alınan Marshall yardımları ve krediler ile ülkeyi şaha kaldıran Demokrat  parti 1954 seçimlerini ezici bir çoğunlukla kazandı.
Yeni hükumet göreve başlamıştı başlamasına ama ülke de hafiften siyasi ve ekonomik kırılmalar da başlamıştı.
Yardımlarla hızlı yol alan tarıma dayalı ekonomimiz yavaş yavaş tıkanmaya başlamış, bu tıkanıklığın önünü açmak yeni bir kredi almak veya yeni bir çare üretmek kaçınılmaz olmuştu.
Ülke ekonomisi borçla dönüyor, yüksek bir oy oranı ile zafer sarhoşu olan DP basın özgürlüğünü es geçiyordu.







Tüm bu çalışmalar hız kesmeden devam etti. Ta ki Marshall yardımlarının doğurduğu olumsuz sonuçlar daha göze çarpar hale gelinceye kadar.
Makine ve yedek parça yardımı ve ucuz teçhizat piyasasından dolayı ülkede uçak fabrikaları başta olmak üzere çoğu fabrikanın kapanmasına veya özelleştirilmesine sebep oldu.
Kara yolları ulaşım kolaylığı sağladığı gibi tarımda ki makineleşmenin ezdiği küçük köylü şehre akın etti. Şehre gelen köylü kesim burada gecekondu kültürünü ortaya çıkardı.








1955



Emperyalizm  el değiştirip Amerika'nın avucuna konunca dünyayı yeniden dizayn etmek için keşfe çıkmıştı ve  Sovyet Rusya tehdidi ile karşı karşıya olan Türkiye kendini bilinçsiz bir şekilde küresel çetenin kucağına bıraktı.
İsmet İnönü ile başlayan dünya bankası üyeliği, Imf üyeliği, kredi alımları, Nato başvurusu Menderes döneminde aktif siyaset ve ekonomik malzeme haline geldi.

Tutarlı ve düzenli bir sistem içerisinde ilerlemeyen bu  modern görünme  adımları krediden krediye koşmamızı sağladı.
Küçük Amerika olma çabaları 1955 yılında itibaren ülkede sinsi bir kaos ve ekonomik krizin habercisiydi artık.


1955'ten itibaren tüm ekonomik kalkınmalar yavaşlıyor veya duruyor iç siyaset kulisleri gittikçe sertleşiyor derken Kıbrıs da Rum ve Türk taraflar arasında gerilim artmıştı. Rum yönetimi azınlıkta gördüğü Türkleri baskılıyordu.
Türkiye ve Yunanistan da karşı karşıya gelmeye başlamıştı. İşte bu atmosfer de  6,7 eylül olayları ülkenin gündemine düşüyordu.

Mustafa Kemal'in Selanik'teki evine saldırı oldu yalanı ülkede ciddiye alınınca İstanbul, İzmir ve Ankara da geneli Rum olan gayrimüslim halka saldırılar ve yağmalar gerçekleştiriliyordu.
1955 yılının basın yayın şartlarını düşünürsek 6 eylül sabahı çıkan bir gazetenin böyle bir hareketi tetiklemesi mantıken havada kalıyordu.
Ve bu  olay hükumetin bir planı olduğu ortaya çıktı. Kıbrıs sorunu karşısında sert tavır sergileyen Yunanistan'a  bir mesajdı.
Fakat sonuçları hiç umulduğu gibi olmadı.
11 Rum vatandaşımız hayatını kaybetti. Evleri ve iş yerleri yağmalandı. Kadınlar taciz ve tecavüze uğradı.
İşler kontrolden çıkarıldığı için hükumet sıkı yönetim ilan etmek zorunda kaldı ve olay böylece çözüldü.



Siyasi, sosyal ve ekonomik bunalımlar artarak devam ederken 1958 yılında gerçekleşmesi gereken seçimler erkene alındı ve 1957 yılında Türkiye kendini sandık başında buldu.

57 seçimleri demokrat partinin birinci parti olması ile sonuçlansa da büyük oranda oy kaybetmişti.



Daha sonra ne mi oldu?



Oturmamış demokratik anlayıştan ötür, düşen oy oranlarını faturası muhalefet ve basına kesiliyordu.
Çoğu gazete kapatıldı, gazeteciler tutuklandı, muhalefet dolaylı bir şekilde cezalandırıldı.
1 dolar  9 lira oldu.

DP yeni ekonomik paket görüşmelerine başladı.
Var olan veya ödeme sıkıntısı çekilen krediler sebebi ile kredi kuruluşlarının kapısını çalan  menderes gittiği yerlerden eli boş döndü.
Hayat pahalılığı hızla artmaya başladı.






Evet güzel kardeşlerim 

ilk defa demokrasi rüzgarı esen, gerçek manada seçimlerin yapıldığı bir ülkede siyasi hoşgörü çok kırılgandı. Anlayış çok önemli bir kavramdı ama ne muhalefet ne de iktidar bunu özümseyecek olgunlukta değildi.
Bu durum baskılara yanlış yönlendirilmelere sebep oluyordu.

Güç yozlaştırmış, ekonomi çöküşe geçmiş, sosyal yapı bozulmaya başlanmış ve artık menderes başını iki elinin arasına almış ve düşünmek mecburiyetinde kalmıştı.

Marshall yardımı ve diğer krediler tarım alanında yoğunlaşmak için verilmiş, şartlandırılmıştı.
Kredi vermeyen batı dünyasına karşı Sovyet Rusya'dan kredi alınacak ve sanayi hamlesi gerçekleştirilecekti.

Ve bu krediyi sağlık alanındaki yatırımlar için alınan bir kredi olarak basına duyurulacaktı.

Menderes 1950 yılından itibaren müttefik diye gördüğü ABD'den sanayileşme kredisi alamayıp üstüne birde sen tarım ile uğraş telkinini alınca 300 milyon dolarlık Rus kredisinin peşine düşmüştü.

Çünkü sanayi bizim için en can alıcı husustu yapılması mecburi işlerden biri idi.
Ne yazık ki menderes bunu geç fark etti.

 1960 yılında Rusya'ya gidecekti fakat 27 mayıs 1960 yılında ağır aksakta olsa ilerleyen demokrasiye darbe yapıldı.





Her zaman ki şarkıyı 'vatan elden gidiyor,vatan satılıyor' şarkısını söyleyen darbeci, vurguncu zihniyet 27 mayıs sabahı silah zoru ile yönetime el koymuştu.
Tüm bu ekonomik ,siyasi bunalımı silah ile çözmeyi vatanperverlik zanneden bu 'düşükler' gazetelerde kahraman olarak lanse edildi.


Koskoca ülkeyi bebek davası, köpek davası...gibi saçma sapan davalarla kendi kurdukları darbe mahkemesi ile sözde yargıladılar.




Evet Menderes derin siyaset denilen bu şeyden pek çakan bir adam değil fikrimce veya demokrasi tam nedir ne değildir konumlandıramamıştı kafasında ama en azından demokrasi bir emekleme süreci geçiriyordu.
Menderes iyi ve kötü 10 yıl ülkeyi yönetmiş bir çıkış yolu ararken bir deneyim kazanmışken ki halk zaten ona gereken dersi hafiften vermeye başlamışken darbe geldi.

Sonuç:








Menderes ve iki bakan arkadaşı(Fatin Rüştü zorlu, Hasan Polatkan) idam edildi.







Şöyle kafamızı toplayıp düşündüğümüzde karşımıza şu tablo çıkmalı: İnönü, Bayar, Menderes ülkeyi Amerikan emperyalizminin  eksenine doğru çekmişler.
Ki menderes bunu daha da büyütmüş yardımlar almış. Durum küresel çetenin yararına olurken her şey güzel gidiyormuş, bir şeyler olmuş her şey tersine dönmüş.
neden?
 Menderes yeterince borçlandırılmış diyebiliriz ama  tamam da İsmet İnönü ile başlamadı mı borçlanma işi.
 Ne oldu da idama giden bu sürece zemin hazırlandı. Menderes de edindiği deneyimle(küresel çetenin planlarını görünce) uyanmaya başlamasa Rusya ile geliştirilen ilişkiler, Bağdat paktı, yerli şirket ve kuruluşları fonlama gibi bir takım girişimlerde bulunur muydu?

Çünkü menderes Abd'den  sanayi kredisi istedi ve aldığı cevap onu artık başka bir arayışın peşine düşürdü.

Daha tuhaf bir şey var.

Mason localarının kapatılma önergesini veren Dp, yine kendi oyları ile kapanmamasını sağlıyor. Parti içinde dahi Menderesin etrafının sarıldığı gün yüzüne çıkıyordu.


Yani Menderes'i vatan hainliği ile suçlayan bu 'düşük' darbeciler bu ülkeye doğru ya da yanlış 10 yıl boyunca hizmet etmiş bir devlet başkanını katletmişler, çözüm olarak ise hiç bir şey vaat etmemişlerdi.




Menderesten sonra ne mi oldu?

















-Cumhuriyet ilk darbeyi yedi.

-Imf den ilk borç alındı.

-Adnan menderes siyasi bir ikon haline geldi.(normal bir siyasetçi olmasına rağmen)Öyle ki Menderesin devamıyız diyen Adalet partisi %52 oyla tek başına iktidar oldu.

-Turgut Özal'a kadar tüm cumhurbaşkanları asker kökenli oldu.

-Halk Menderesin idamının faturasını askerle işbirliği yapan Chp'ye kesti.
İktidarı Chp'ye hiç vermedi.

-Menderes, Chp eski vekili olmasına rağmen idamı muhafazakar kesimi arkasında topladı. Menderesin devamıyız diyen partiler halkı peşine taktı. Öyle ki ülkede sağ dendiği zaman başlangıç veya ilk lider menderes olarak anılmaya başlandı.

-Daha 27 mayıs darbesinin üzerinden 5 yıl geçmeden ülkede 2 başarısız darbe girişimi daha oldu.

-Ülkeyi yöneten cunta rejimi ülkeyi daha berbat bir ekonomik ve sosyal kargaşaya doğru itti.


-Menderesin Amerikan ekseninden kaymaya başlamasına karşın gelen darbe, ülkeyi Amerikan eksenine yerleştirdi ve hala öyle devam ediyor.










Menderes Döneminin  icraatları:



  • Menderes iktidara gelmiş ve ilk icraatı ezanın Arapça okunmasını sağlamak olmuştu. Bu durum için belli bir süre isteyen bayar, menderesin istifa teşebbüsüyle karşılaşınca yasayı onaylamış ve ezan Arapça okunmaya başlanmıştı.




  • Ezan mevzusu daha ilk günden orduda homurtulara sebep olmuş aynı yıl içerisinde darbeye teşebbüs gerekçesi ile 15 general ve 150 albay ordudan ihraç edilmişti.


  • Yine diğer ilk işlerden biride Atatürk'ün resmini  tekrar paranın üzerine bastırmak olmuştu. Atatürk'ün hatırasına yapılan her hangi manevi veya maddi bir saldırıyı suç sayan  Atatürk'ü koruma kanunu çıkarılmıştı.


  • Bu dönem içerisinde ilk para matbaası kurulmuş(1958) ve para 
basımına başlanmıştı.


  • Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Ege Üniversitesi bu dönemde açılmıştı.

  • Tarımda makineleşme artmış ülkeye 10 binlerce traktör ve biçerdöver getirilmişti.

  • Seyhan barajı ve Botan barajı yapılmış, kullanıma açılmıştı.

  • Müfredata din dersi getirilmekle beraber memura siyaset yapma yasağı yasalaştırılmıştı.

  • 1954 yılında petrol yasası yürürlüğe girmişti. Yasa petrol alanlarını özel teşebbüse açmakla beraber devletin bu işten el çektirilmesi anlamına da geliyordu.




Menderes ne bir hain ne bir efsaneydi. Ülkemizin önemli siyasilerinden biriydi.

Menderes'li yani 50'li yıllar ise demokrasimizin emekleme yılları idi.






Her şeye rağmen ülkemize hizmet etmiş tüm devlet büyüklerimizi saygıyla ve rahmetle anıyoruz. Teşekkürler.

15 Mayıs 2018 Salı

ÇALINTI HAYAT (THE WORDS):FİLM REPLİKLERİ






Yapımı:2012-ABD
Tür: dram, gerilim







-Adam olmanın bir parçası da  ne kadar acı olursa olsun kendi sınırlarını kabullenmektir.




-Düşündüğüm gibi biri değilim ve hiç olamayacağımdan korkuyorum.




-Hep reddedildi ,ilgi görmedi ya da en yüksek sesle karşılaştı: Sessizlik.




-Benim felaketim, kelimeleri, onları yazmama ilham veren kadından daha çok sevmem oldu.




-Hayatla hayal arasında bir seçim yapmak zorundasın. İkisi birbirine çok yakındır ama birbirlerine değmezler.




-Onca yıldan sonra her gün onu düşünüp, ona yaptığım şeyin ağırlığı altında ezildikten sonra, birdenbire karşıma çıktı! mutlu görünüyordu! bunu anlamak canımı yakmadı desem yalan olur.
Ama bir şekilde yardımcıda oldu. O sayfayı kapatmamı sağladı. Sürekli geçmişi düşünmeden hayatıma devam etmemi sağladı. Bir daha hiç yazamadığım için hayatımın mahvolduğunu mu sanıyorsun? Sadece hikayelerle dolu  bir kitabımı kaybettim diye?




-Kelimeleri alınca acıyı da aldın.




-İnsan kelimelerin peşine düşerken elinden kaçırdığı bir hayat olduğunu ne zaman anlar? Ya anladığında, o hayat geri dönülemeyecek kadar uzaktaysa ne hisseder?




-Hepimiz hayatta seçimler yaparız, zor olan onlarla yaşamaktır.







Sağlıcakla kalın
Hoş çakalın


11 Mayıs 2018 Cuma

KAN DÖKÜLECEK (THERE WİLL BE BLOOD):FİLM ANALİZ







 2007 yılının en önde gelen filmlerinden biri olmakla beraber son 20 yılın da en iyi filmlerindendir:Kan Dökülecek.(There Will Be Blood)

Upton Sinclair'ın 'oil'!(petrol!) adlı romanından uyarlanmıştır.Fakat çok küçük ayrıntılar dışında romanla pek paralellik göstermez. 


Başarılı yönetmen Paul Thomas Anderson ile usta oyuncu Daniel Day Lewis'i bir araya getiren film 1800'lü yılların sonunda Amerika da şirket sahibi hırslı bir kişilik olan  Daniel Plainview'u konu alır.



Tam olarak burada stop! deyip sizi başka mecralara götüreyim.







Upton Sinclair

Upton Sinclair petrol adlı romanı 1927 yılında yayınladı bu dönem amerikanın süper güç olma yolunda ilk adımlarını attığı bir dönemdi ve ülke tam bir sanayi sahasıydı.Bundaki en büyük pay petrol ve çeliğe aitti.





Ve biri vardı ki petrolün ilerde değerleneceğini ilk fark etmiş ve petrol sahalarını parsellemişti.
John D. Rockefeller

John D. Rockfeller dünyanın ilk milyarderi,mantıken de  en zengin adamı olmuştur. 1850'li yıllardan itibaren petrol işinin peşine düşmüş,Standard  petrol  şirketini(Standard oil company) kurmuştur.Tehdit ve şantaj ile çoğu petrol şirketini  kendi himayesine sokmuştur. Demir yollarını satın almış diğer şirketlerin rekabet gücünü kırmıştır.


İşte bu dönem içerisinde yani 1927 de romancı Upton Sinclair bu adamı göz önünde bulundurarak kaleme aldığı romanında  petrolün getirdiği kazaları,kanı,parayı,itaati ,aç gözlülüğü,daha çok kazanan şirket sahiplerin karşısında daha çok ezilen işçi sınıfını ele alarak sosyal bir sorumluluk adına bu romanı yazmıştır.





Dönelim filme 

Daniel Plainview 


 John D. Rockefeller'ın  minyatürü olarak tasarlanmış bir karakterdir.
Temsil ettiği bu adam ve türevleridir.
Petrolü ilk fark eden bunun peşine her şeye rağmen düşen, hiç bir zorbalıktan ve acımasızlıktan  çekinmeyen kapitalizmin ilk temsilcilerinden.


Plainview "açık görüşlü"anlamı da taşıyan bir soyadıdır,aynı zamanda.



Plainview, filmde Rockefeller tarafında yani standard petrol şirketinin yanında değil,birleşik petrol şirketinin(union oil company) yanında yer alır.
Bununla birlikte filmde Rockefeller şirketine ince bir ayar vardır.




Eli Sunday


Kırsal kesimdeki bağnaz din adamını temsil eder.Fakat sadece temsil ettiği bu değildir.
Plainview nasıl kapitalizmin bir temsilcisiyse  eli de yozlaşmış din anlayışının temsilcisidir.

Her iki karakterde bulunduğu bölgeye bir şeyler vadeder. 

Plainview maddi refahı
Eli manevi refahı

sunar.




SONUÇ:


Kapitalizm kendi ile birlikte dinide yutar.
Her bir yutmada büyüyen kapitalizm dini yenmiştir.
Kendi içinde de yuttukça büyür.



Amerika'nın kan ve petrol üzerine inşa ettiği imparatorluğunun özetidir.
Bu film.


Neden filmin adı 'kan dökülecek ya da kan çıkacak' gibi bir anlama geldiğini soracak arkadaşlar için de şöyle bir açıklama yapalım.


Ana karakter Plainview petrol işine girdiği andan beri kaza ile işçileri öldü, evlatlığı sağır oldu, kendini kardeşi diye tanıtan adamı öldürdü, ve sonunda Eli'yi de öldürdü.
Petrol işi para ve kan getirdi.


Daha büyük açıdan bakacak olursak petrol tüm dünya'ya kan ve gözyaşı getirmiştir ki hala öyledir.


ilk petrol aramalarına başlandığı yılları gösteren film "çıkan petrol değil kan olacak" diyor.


































8 Mayıs 2018 Salı

ALİ KUŞÇU KİMDİR (KISA HAYAT)








(temsili)

Tam olarak doğum tarihi bilinmemekle beraber Özbekistanın Semerkand şehrinde doğan yıldız adam:ALİ KUŞÇU.
Uluğ beyin doğancı başı olan babasının lakabı kuşçu olmasından dolayı ailesi kuşçu adı ile anılmıştır.


Timur Devleti kralı Uluğ bey döneminde dersler aldığı Medreseden kimseye haber vermeden  daha güneybatıya gittikçe  belirginleştiğini  düşündüğü yıldızların peşine düşerek bugünkü İran'daki Kirman şehrine gitti.


Kirman da yaptığı araştırmalar neticesinde 'ay safhalarının açıklaması' adlı bir eser yazdı ve bu eseri Uluğ beye sundu.Bu habersiz gidişin hiç bir kızgınlığını yaşamayan Uluğ bey çok sevdiği Ali Kuşçuyu rasathanesine müdür yaptı.


Gel zaman git zaman Uluğ bey oğlu Abdullatif'in ihanete uğramış ve oğlunun adamları tarafından öldürülünce,bu durum karşısında hayatının tehlikede olduğunu düşünen Ali Kuşçu ailesini de yanına alarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'a sığınmıştır.


Uzun Hasan'dan büyük değer görmüş.aynı zamanda kendisinden Osmanlı devleti ile olan barış görüşmelerine baş elçi olarak katılması istenmiş,
Bunu kabul eden Ali Kuşçu Tebriz'den  İstanbul'a gelmiş genç padişah Fatih ile görüşmüştür.

Etkili konuşması,olaylara yaklaşımı,bilgisi, genç padişahı etkilemiş ve İstanbul da kalması kendisinden rica olunmuştur.

Tekrar Tebriz şehrine dönen Ali Kuşçu, Fatihin daveti üzerine tekrar İstanbul'a gelmiştir.


Ayasofya medresesine müderris olmuştur.

Öldüğü 1474 yılına kadar bu görevde bulunmuştur.






Bu kadar ansiklopedik bilgi yeter beyler.

Gerçek manada bizim eğitimimize ve kültürümüze ne kattı ona bakalım.





-İstanbul da zaman kavramı tam olarak belirgin değildi bu durumu gören ali kuşçu İstanbul'un belli bölgelerine güneş saati koydurdu.
 -Zamanı doğru ve verimli kullanmada bilim,devlet ve din adamlarına aynı zamanda halk ve eğitimciye yol gösterdi.
-Osmanlı eğitim sistemine pozitif bilimleri getirdi.
-Astronomi,geometri,felsefe,dil bilimi, ve tıp derslerine eğitim sistemini içinde büyük yer ve önem verdi.
-Öğrencilerinin arasında geleceğin sadrazamları,kaptanı deryaları, müderrisleri,tıpçıları,şeyhülislamları... vardı. böylece süper devlet olma yolunda ilk adımlarına atan Osmanlı devletinin gelecekte depar atmasını sağlayan bilgin kişiydi ali kuşçu.
-İşte tarihimizde sadece bilgin bir adam deyip geçtiğimiz bu yıldız adam
Semerkand'ın sihirli felsefesini,Kirman'ın  parlak yıldızlarını Osmanlı bilimine nakşetmiş ve Osmanlı devletinin süper devlet olma yolundaki ilk harcını yapmıştır.


Bugün ki eğitim sistemimizin en önemli ihtiyacı bu yıldız adam gibi bilginler ,öğretmenler ve sistem düzenleyicilerdir.


Ali Kuşçuyu, yıldızların peşindeki yıldız adamı saygı ve rahmetle anıyoruz.




































5 Mayıs 2018 Cumartesi

DİNGONUN AHIRI:BİR HİKAYE







bay Dingo'nun ahırı


 Gelenin gidenin belli olmadığı,karmaşanın kaosun olduğu,söz dinlenmeyen ortamlar için kullanılan bir deyim vardır.

"Dingo'nun ahırımı burası"diye


İşte bu deyimin ortaya çıkma hikayesi şu:


1800'lü yılların sonuna doğru Osmanlı da tramvay kullanılmaya başlanmış bu dönemin girişimcilerden Rum girişimci bay Dingo de bu işe el atmıştır.
Tabi bu dönemde tramvaylar at ile çekilmekteydi bu süreç içerisinde yorulan atlar için bir ahır yaptırmıştı bay Dingo.



Ama bay Dingo  meyhanede fazlasıyla zaman öldürür.
ahıra hiç uğramazmış.
Hangi at dinlenecek hangi at tramvaya koşulacak takip etmediği için hep karmaşa yaşanırmış.
Her gün iş bu belirsizlikte akıp gidermiş.
Bu durumu her gün yaşayan atlı tramvay kullanan vatmanların at değişimindeki belirsizliği anlatıp kendi aralarında kullandıkları 'Dingo'nun ahırı' sözü,zamanla yaygınlaşmış ve ülkemizin bir deyimi halini almıştır.






ben kaçtım........